9.0

274 30 55
                                    

Baji

Chifuyu'yu kollarımda uyuttuğum geceden sonra daha bir yakınlaşmıştık onunla. Bana eskisi kadar soğuk yaklaşmamıştı ilerleyen günlerde. O gecenin sabahında, beraber kahvaltı yaptıktan sonra bütün günü beraber geçirmiştik. İçine kapanık ve fazla konuşmayan biri olmasına rağmen bana kendini açmıştı. Hobilerinden, yaptığı işlerden, yakın çevresinden ve hatta ailesinden bile bahsetmişti. Babasını kaybettiğini öğrenmiştim ama annesi hakkında bir şey bilmiyordum. Annesinin hayatta olduğunu, Tokyo'nun çıkışındaki bir çiftlik evinde kaldığını söylemişti. Anlattıklarına göre de annesiyle arası iyiydi. Bunu öğrenince huzurla dolmuştum. Hayatında iyi giden bir şeylerin olduğunu bilmek, mutlu etmişti beni.

Chifuyu, fazlasıyla sevimli bir adamdı aslında. Dışarıya yansıttığı görüntünün aksine soğuk ve gaddar biri değildi kesinlikle. Ben de ilk başta öyle sanmıştım ama bütün ön yargılarım kalkmıştı artık.

Bir kere, kedisine ve diğer tüm hayvanlara çok değer veriyordu. Bu özelliği, onu benim gözümde yüceltmişti çokça. Hayvanlara merhamet etmeyen bir insandan hiçbir şey bekleyemezdiniz zaten. 

Hem, bana gösterdiği merhamet bile yeterliydi benim için. İtildiğim o umutsuzluk dolu çukurdan beni çıkarmış ve bir şans vermişti bana. Ona hayatımı borçluydum ve ne olursa olsun, onu bırakmamaya kararlıydım.

Chifuyu, buz gibi havada; terasta içmemiz yüzünden hastalanmıştı. Suç bendeydi aslında. Onunla konuşmaya öylesine dalmıştım ki, havanın soğuk olduğunu ve hastalanabileceğini akıl edememiştim. Üstüne bir de ısırmıştım onu. Chifuyu'yu ısırdığım her an, nedensizce suçluluk duyuyordum. Onun kıymetli kanını içmeye hakkım yokmuş gibi hissediyordum.

Önümüzdeki günlerde şirkete gidememişti hastalığından dolayı. Ben de üzerime düşeni yapıp onunla ilgilenmiştim. Üç günün ardından da yavaş yavaş toparlamaya başlamıştı ve bugün, işine dönebilecek kadar iyi hissettiğini söylemişti.

Banyodaki işlerimi halledip üzerimi değiştirdikten sonra, kucağımda tuttuğum Excalibur'la beraber mutfağa indim. Chifuyu hastalandığı için, kedisiyle ilgilenme görevi de bana düşmüştü. Normalde de kedisini ilgiye boğuyor, benden sıkılana kadar oynaşıyordum onunla. İyice de alışmıştı bana. 

Chifuyu'nun ilaçlarını bulmak için mutfak dolaplarını teker teker yokluyor, ilaçları koyduğum yeri hatırlamaya çalışıyordum. Ama dolaplar gereksizce büyüktü ve işimi zorlaştırıyorlardı. Baktığım son dolabı kapatacağım sırada, rafların en arkasına gizlenmiş ilaçlar dikkatimi çekmişti. Kaşlarımı çatıp şişeleri elime almış, incelemeye başlamıştım ama üzerlerinde ne bir etiket, ne de bir reçete vardı. Şişenin içinde dümdüz kapsüller vardı sadece.

Bu ilaçlar, nedensizce tedirgin etmişti beni. Normal ilaç gibi de değillerdi zaten.

Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey, kucağımdaki kedinin boynuma sırnaşıp mırıldanması oldu. Garip görünümlü ilaçları yerine koyduktan sonra çekmeceleri karıştırmaya başladım bu sefer. Aradığımı bulunca da Chifuyu'nun yanına döndüm. Aynanın karşısında, kravatını bağlamakla meşguldü. Geldiğimi fark edince bana yandan bir bakış atıp işine geri döndü. Tamamen toparlamış gibiydi.

Çekmecenin üzerindeki bardağa su doldurduktan sonra ilaçlarıyla beraber Chifuyu'ya uzattım. Bir teşekkür mırıldanıp ilaçları elimden almış, içmeden önce de anlam veremediğim bir hamle yapıp; ilaçların üzerine baş parmağını sürtmüştü hafifçe. Saliselik bir andı.

Bugün içimde çok garip bir his vardı. Sanki her an kötü bir şey olacakmış gibi hissediyordum.

Evden çıktığımızda, gereksiz kuruntularımı kafamın bir köşesine itip arabaya binmiştim. Evet, kuruntu yapıyordum sadece. Chifuyu'nun keyfi yerindeydi hem. Gerisi önemli değildi.

"Bugün bütün günü şirkette geçireceğiz. İşimiz çok." 

Söylediği şeyi idrak etmem bayağı bir zamanımı almıştı. İçimdeki kötü his, her söylediği şeyi kötüye yorumluyordu. 

Birkaç kere yutkunduktan sonra başımı ona çevirdim. "İşimiz çok derken..? Kaç kişiyi öldüreceğim?"

"Ne öldürmesi?" Kaşları havalanmış, gözlerinin içi merakla dolmuştu. Dediğimi anlamamış ya da alakasız bulmuş gibiydi.

"Haa.. Hayır, hayır. Kimseyi öldürmeyeceksin. Dedim ya, şirkette takılacağız." Chifuyu gerçekten de anlaşılması zor biriydi.  Sanki bana, birilerini öldürmeyi emretmemiş gibi davranıyordu. Hem, şirkette ne yapabilirdim ki ben?

Asılsız düşüncelerle boğuşmayı bırakıp başımı cama çevirdim ve yol boyunca sessizliğimi korudum. Şirkete vardığımızda da aynı uysallıkla Chifuyu'yu takip etmiş, vereceği talimatları beklemiştim.

Bir süre bilgisayarıyla oyalandıktan sonra yazıcıdan birkaç çıktı çıkartmış, çıkardığı kağıtları imzaladıktan sonra da bana uzatmıştı. "Bunları dosyaya yerleştirip alfabetik sıraya göre sırala."

Böyle işler mi yapacaktım cidden?

Huysuzluğumu kendi içimde tutup dediğini yapmış, hiçbir dediğine karşı çıkmamıştım. Dediği gibi, bütün gün boyunca böyle işlerle uğraşmıştım. Normal bir asistanın yapacağı türden işler vermişti bana. Adam öldürmeyi tercih ederdim açıkçası.

Akşama doğru, Chifuyu nihayet işlerine ara verip kendini koltuğuna bırakmıştı. Arkasına yaslanıp telefonunu eline almış, ardından da bir sigara yakmıştı. Hiç de sıkılmış veya yorulmuş gibi değildi. Aksine, halinden memnun gibiydi.

Elimdeki son evrakları da düzgünce dosyalayıp çekmeceye attıktan sonra, oturduğum koltuğa iyice gömülmüştüm. 

Chifuyu, telefonuyla ilgilenmeye devam ederken yandan bir bakış attı bana. "Yoruldun mu?"

Hayır, sadece öldürmeye devam etmek istiyorum.

İçimdeki sese o kadar odaklanmıştım ki, türlü türlü senaryolar kurmaya başlamıştım kafamda. 

İlk can aldığım anı düşündüm; 13 yaşındaydım. O zamana kadar var olduğunu bilmediğim bir içgüdü tarafından ele geçirilmiş, tamamen gözüm dönmüş bir durumdayken katletmiştim karşımdaki kişiyi.

Birilerini öldürmek, bana normal gelmişti. Ama başka bir tarafım bunun yanlış olduğunu söylüyor, katliam dolu anılarımı unutmama sebep oluyordu. Üzerine oturup düşündüğüm zaman, kafayı yiyecek gibi oluyordum. O cinayetleri işleyen ben değilmişim gibi hissediyordum.

Chifuyu, zihnimin en derin köşesine kilitlediğim duygularımı uyandırıyor, bana aynı deneyimleri tekrar yaşatıyordu. Sanki, aldığım her candan sonra daha da güçleniyordum. Ya da daha fazlasını isteyecek duruma geliyordum.

"Baji?" 

Düşüncelerimden sıyrılıp gözlerimi birkaç kez kırpıştırmış, merakla bana bakan Chifuyu'ya dönmüştüm. Telefonunu kaldırmış, bütün dikkatini bana vermişti.

"Hayır, yorulmadım. Sıkıldım sadece." Ses tonumu stabil tutmaya çalışarak konuştum. Sebepsizce gerilmiştim şu an.

Chifuyu bir şey söyleyecekken odanın kapısı aniden açılınca ikimiz de içeri giren kişiye dönmüştük. 

Gelen, Takemichi'ydi. Bu kata asansörle çıkmak yerine merdivenleri kullanmış gibiydi; kan ter içinde kalmıştı. Alnındaki saç tutamları terden alnına yapışmış; yanakları kızarmış, aralık dudaklarından düzensiz ve ağır nefesler alıyordu. 

Birkaç kere yutkunduktan sonra başını kaldırıp bize baktı. "Kapıyı çalmadan içeri daldığım için özür dilerim." 

Chifuyu'nun masasının önüne kadar geldi ve elinde tuttuğu kağıt parçasını Chifuyu'ya uzattı.

"Ama bunun hakkında hemen konuşmamız gerekiyor."




Never Too Late | BajifuyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin