6.0

316 32 74
                                        

Baji

Pekala.. Matsuno'yla yaşamak tahmin ettiğim kadar kötü değildi. Onunla ilk tanıştığımda, gaddar birisi olduğunu ve bana hiç acımayacağını düşünmüştüm. Böyle olsaydı da onu suçlayamazdım tabii. Sonuçta, ben bir vampirdim ve hiçbir insan vampirlere sempati beslemezdi. Onlara göre kan emici, lanetli yaratıklardan başka bir şey değildik. Matsuno ise bu düşünceye zıt düşüyordu. Benimle gereğinden fazla ilgileniyor, yaralarımı sarıyor, ihtiyaçlarımı karşılamaya çalışıyordu. Ona gerçekten minnettardım ve ona karşı büyük bir saygı doğmuştu içimde.

Yasuhiro'yu neden öldürmemi istediğini sormamıştım henüz. O lanet herifle konuşurken söylediği iğneleyici laflardan hiçbir şey anlayamamıştım. Geçmişimi nereden bildiğine dair de en ufak bir fikrim yoktu. Ne kadar zorlasam da hatırlayamamıştım Yasuhiro diye birini. Ama fırsatını bulunca Matsuno'ya soracaktım.

Şu an büyük bir dikkatle rafları gezip; gözüne çarpan yiyecekleri elime tutuşturmakla meşguldü. Buzdolabının bomboş olduğunu söylediğimde alışveriş yapmak için dışarı çıkmıştık. İçinde sadece bir iki şey olan sepeti taşırken ne diye bütün yiyecekleri elime tutuşturuyordu anlam veremiyordum. Yiyecek yığını oluşmuştu kucağımda, önümü bile göremiyordum.

Kucağımdaki yığını görüş açımdan çekip Matsuno'ya baktım. Arkasını dönüp beni kontrol etmiyor, reyonları gezmeye devam ediyordu. Hafifçe öksürüp; bana dönmesini beklemiştim.

Hay sikeyim..

Hâlâ aynı hızda ilerliyor, rastgele ürünleri sepete atıyordu. Ona yetişemiyordum bile. Sanki bir yere yetişecektik anasını satayım. 

Göz devirip; ona ayak uydurmaya çalıştım. Beni takmıyordu zaten.

Kasaya geldiğimizde kucağımdaki ürünleri tek tek kasiyerin önüne koyup Matsuno'ya döndüm. Şimdi de telefonuna dalmıştı. Kendinde falan mı değildi lan bu herif?

Sepettekileri de alıp kasaya bırakmış, ödeme işini Matsuno'ya bırakmıştım. Neyse ki onu halletmişti. Üzerimde tek kuruş para yoktu sonuçta.

Arabaya bindiğimizde ortamı gergin bir hava kaplamıştı. Matsuno, yol boyunca benden tarafa bile bakmamıştı. Direksiyonu kıracak gibi sert tutuyordu. Boştaki elini dudağına götürmüş, tırnaklarını kemiriyordu. Canını sıkan bir şeyler vardı ama ne olduğunu sormaya çekiniyordum. Söylemezdi muhtemelen. Yakın değildik ne de olsa.

Hatta, belki ben yanlış bir şey yapmıştım. Ne yaptığımı bilmiyordum ama.

Bu düşüncemin doğru olma ihtimaline karşın başımı cama çevirip dışarıyı izlemeye başladım. Eğer cidden benden rahatsız olduysa onu daha fazla germek istemiyordum. 

Matsuno'yu unutup düşüncelere daldığım sırada bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Birinin size baktığını hissetmek kolaydı, evet. Ama vampir olduğum için bu tarz duyulara daha hassastım ve şu an resmen sırtımı delecekmiş gibi baktığını hissediyordum. Neden durup dururken ilgisini bana çevirmişti ki?

Belki söyleyeceği bir şey vardı ama ondan tarafa dönmek istemiyordum. Hâlâ korkuyordum çünkü. Onu rahatsız etmiş olma ihtimalim zihnimin bir köşesindeydi ve şansımı zorlamak istemiyordum.

Araba tekrar hareket etmeye başlayınca bakışlarını da üzerimden çekmiş, yol boyunca da bir daha bakmamıştı bana.

Eve geldiğimizde elimdeki torbaları tezgaha bırakıp televizyonun karşısındaki koltuklardan birine oturmuştum. Bakışlarım Matsuno'ya kaydığında, bana bakıp iç çektiğini görmüştüm.

Siktir.. cidden yanlış bir şey yapmıştım anlaşılan.

Aldığımız şeyleri dolaba yerleştirdikten sonra elinde bir içecekle yanıma gelmiş, bardağı önüme koyup çaprazımdaki koltuğa oturmuştu.

Önüme koyduğu bardağa çekingen bir bakış atıp Matsuno'ya döndüm. Bir şey söyleyecektim ki öldürücü bakışlarıyla karşılaşınca çenemi kapalı tutmak zorunda kalmıştım. Cidden öldürecek gibi bakıyordu.

"Zehir yok içinde, merak etme. Portakal suyu sadece, iç hadi." Buz gibi olan bakışlarına rağmen sesi çok sakin, hatta biraz alaycı çıkmıştı.

Yanlış bir şey söylemekten o kadar korkuyordum ki..

"Teşekkür ederim ama içesim yok şu an." Bakışlarımı Matsuno hariç odanın her yerinde gezdirirken verdiğim cevaba sinirlenmemesini ümit ediyordum.

"Sana içip içmek istemediğini sormadım. İç dedim." Az önceki sakinliğini bozmuştu; sesi şimdi çok daha otoriter ve sertti.

Tanrım.. gerginlikten ölecek gibi hissediyordum.

Terleyen ellerimi pantolonuma sürttükten sonra önümdeki bardağı alıp tek dikişte bitirdim. Dudağımda kalan meyve suyunu elimin tersiyle silip; Matsuno'ya yandan bir bakış attım. Yüzündeki ifade yumuşamıştı biraz. En azından öldürecek gibi bakmıyordu. Derin bir nefes verip ayaklanmış, çalışma odasından bir dosya alıp geri dönmüştü. Dosyayı bana uzattıktan sonra ellerini ceplerine yerleştirip başımda dikilmeye başlamıştı. Elimdeki dosyaya baktığımda; Yasuhiro'nun dosyasına benzer bir dosyayla karşılaşmıştım. Başka birinin bilgileri yazıyordu bu sefer.

Harika..

"Senden birini öldürmeni daha isteyeceğim. Ona göre, iyice dinlen."

Ekstra harika..

"O meyve sularını da boşuna hazırlamıyorum. Gücünü toplaman için onlar; içinde senin için özel ilaçlar var."

Yüzüne bakmasam da sırıttığını hissedebiliyordum.

"Ayrıca.." 

Bir elini omzuma yerleştirdiğinde irkilmeden edememiştim. Parmaklarını hafifçe kaslarımın üzerinde gezdiriyor, gerginlikle ürpermeme sebep oluyordu. Yüzüne bakmaya cesaretim yoktu ama bakmamı istiyor gibiydi. Başımı yavaşça ona çevirdiğimde cümlesine devam etmişti.

"Ben ne istersem yapmak zorundasın, biliyorsun değil mi?"

Tek kaşının havalanması ve duraksaması, cevap istediğini gösteriyordu ama cevap verecek durumda değildim. Şaşkınlıktan ve korkudan aralanmış dudaklarımı birbirine bastırıp yutkunmuş, başımı sallamıştım hafifçe. Neden bu kadar korktuğumu bilmiyordum.

"Yani, ben iç dersem içeceksin; içme dersem içmeyeceksin. Bana itaat etmezsen ne olacağını biliyorsun zaten." Cümlesini bitirdiğinde omzumdaki tutuşunu sıkılaştırmıştı. Yüzündeki alaycı ifade de giderek dağılmış, yerini ciddi bir ifadeye bırakmıştı.

"Öldür dersem de, öldüreceksin."




Never Too Late | BajifuyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin