Gerçeğin Zorluğu (3. Kısım)

9 3 2
                                    


Adamın ona doğru gelen ayak seslerini duyuyordu. Ona doğru ilerledikçe kafasının içerisinde yankılanıyordu. Hayatının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçişini izledi. Ölüyor muydu? Daha hiç bu Dünya da varlığını bile hissetmemişken bir an da yok mu oluyordu yani?!

"Kalkmayacak mısın?" dedi tam başının üzerinde durarak "daha gideceğimiz çok yol var." dedi ardından yanına çömelerek. Söylenenleri tam olarak algılayamıyordu ama uzaktan oraya doğru gelen siren seslerini duyabiliyordu.

"Emin misin?" dedi mırıldanarak ufak bir gülümseme belirdi yüzünde.

"Onlar gelene kadar kadar biz seninle çoktan uzakta olacağız." Dedi. Onu kucaklayarak kolları arasına aldı. Onun bir Tanrıça olduğu gerçeğine inanamıyordu. Kendinden geçmiş bir şekilde öyle savunmasızdı ki? Şimdi onu öldürmek istese bunu kolaylıkla yapabilirdi ama yapamazdı.

Arabayla sessiz biçimde ilerliyordu. İsyaa'nın kan olan kıyafetlerini değiştirmiş. Sırtını bandajlamıştı. Tabi bunları yapmadan önce bazı şeyleri de halletmesi gerekiyordu. Birileri gelmeden önce onun klonunu bir yere koymalı ve sanki kafasına darbe almış gibi göstermesi gerekiyordu. Olmayan katili arayacaklardı. Benden kopyalama gücünün geri gelmesine o kadar sevinmişti ki! Güçlerinin geri geleceği günü sabırsızlıkla bekliyordu. "Sanırım o da bu kızdan geçiyor." Diye düşünmeye başlamıştı. İsyaa mırıldanmaya başlamıştı.

"Neredeyim ben?" dedi gözlerini yavaşça aralayacak. Kurumuş dudaklarından susadığı gerçekten açıktı. Bakışlarından ne kadar acı çektiğini anlayabiliyordu. Verdiği ağı kesiciler etkisini kaybetmiş olmalıydı. Yaraları birkaçı çok belirgin ve sanki kurşunun sıyırıp geçmesine çok benziyordu. Bazı taşlar o sürtünme esnansın da derinlere kadar inmişti. Bunu yapmak istediğini bile hatırlamıyordu. Nasıl yapmıştı onu bile bilmiyordu ama sonuç olarak o kızı bu hale getirmişti. Yaraları o kadar derin olmamasına karşı neredeyse sırtındaki tüm deri soyulmuş ve kanıyordu. Sadece belli noktalarda derinleşme vardı. Ayakları da bu zamana kadar ormanda çıplak ayak ile dolaştığı için yaralanmış su toplamış görünüyordu. Şimdiden bu işte iki sıfır geri de başlamıştı bile. Yavaşça koltuktan doğruldu. Mani-Tu ona müdahale etmek istese de şimdilik burnunun dikine gideceğini bildiğinde sesini çıkartmak istemedi.

"Belki de canı acıdığından yatmaktan rahatsız rahatsız oluyordur." Diye geçirdi içinden. Tanrı ya da Tanrıçalar düşüncelerini açmadıkları sürece onların düşündüklerini anlamak gerçekten zordu. Diğer insanların ki gibi zihinlerine istedikleri zaman ulaşamıyorlardı. Kafasını önüne eğdiğini gördü. Dikiz aynasından onu dikkatlice izlemeye başlamıştı. Ayaklarına bakıyor ve bandajları ile oynuyordu.

"Ayağın mı acıyor?" dedi kafasını döndürerek.

"Bandaj çok sıkıyor ve şu an kanıyor olmalı." Mırıldanarak konuşuyordu. Sanki ne duymasını istiyor ne de duymamasını gibi. Yavaşça ayağındaki bandajı çıkarttı. Yarasına dikkatlice bakıyordu. Ormanda koşarken bu denli acı çekeceğini keşfetmemişti bile.

"Acıyor mu?" dedi tekrar dikiz aynasından bakarak ona. İsyaa kafasını onaylarcasına salladı. Sanki olanlar karşısında fazla sakindi. Tepkisiz bir şekilde olanları izliyor gibiydi. Çıkarttığı bandajı hemen koltuğun bir köşesine koydu. "Bir şey istediğin zaman söyleyebilirsin. Bu arada ben Mani-Tu"

İsyaa donuk bir ifade ile ona bakmaya başladı. "Garip bir isim." Dedi. Ardından pencereyi izlemeye koydu. Bir yandan da ayağına masaj yapıyordu. Mani- Tu bu söylemleri buraya geldiğinden beri duymuştu ve alışmıştı. Bunu ona sorduklarında ailesinin Kızılderililerden geldiklerini ve bunun onların Tanrılarından birinin ismi olduğunu söylerdi. Bu da pek yanlış sayılmazdı. Sonuçta bir zamanlar onlarda Mu'nun bir parçasıydı. Sonuçta onlarda bir şekilde Mu'daki isim kavramlarına hakimdi. Aslında onun da ismi yaşadıkları coğrafyaya göre biraz farklıydı.

"Senin de ismin de pek normal değil." Dedi gülümseyip dikiz aynasından ona baktı. İsyaa o ormanda gördüğü kişiden farklı birini görüyordu. Yüzündeki o karanlık ifade değişmişti sanki bambaşka birisi vardı karşısında. Yüzünü görmese bunun o kişi olduğuna bile inanmazdı.

"Benim kimliğimde Asya olarak geçiyor ama sadece bazı insanlar bana İsyaa diyor." Dedi. O da bu şekilde seslenmesini istiyordu herkesin. "Babam ve annemin isimlerinin birleşimiydi. İsmail ve Yasemin." Dedi Bazen bunun neden olduğunu böyle olduğunu düşünüyordu.

"Demek sana öyle anlattılar." Dedi. Anlamını bilmemesine şaşırmışlardı. En azından onunla konuşmaya başlaması ona anlatmak istediklerinin bir başlangıcı olabilir diye düşünüyordu ama önce ayağına bakmalıydı. Arabayı sağa doğru yanaştırdı. Arabanın torpido gözünden merhemleri çıkartmaya başladı.

"Bu olabilir..." Diyecekken yumruğu gözüne indirdi. İsyaa ilk başta arabadan inmeye çalışsa da kapılar kilitliydi. Ardından eline doladığı bandaj ile onu tüm gücüyle onu boğmaya çalıştı. İsyaa vazgeçmeyecekti ve Mani-Tu da onun ne yapacağını görmek istiyordu. İsyaa'nın bilmediği bir şey vardı. Vücudu bu tür şeyler dayanıklıydı. "Zekice ama yeterince hızlı değil." Dedi kahkaha atmaya başlayarak.

"Ölmek istemiyorsan kapıyı aç." Dedi

"Sanki kapıyı açtıktan sonra bir yere gidebileceksin İsyaa. Beni öldüremezsin ve buradan da hiçbir yere gidemezsin." Dedi ve bir anda arabanın gazına bastırdı ve ardından hızlı bir şekilde durdurdu. Ona doğru gelen İsyaa'yı yakaladı ve hızlı bir biçimde onu sağa doğru fırlattı. Olaylar o kadar hızlı olmuştu ki ikisi de ne olduğunu anlayamamıştı. Yeniden güçlerini kontrol edemeyen Mani-Tu. Yine ona zarar vermişti. İsyaa da arabanın kapısına kafasına çarpmıştı ve yaralarının tekrar kanadığını görebiliyordu. Bu kadar yaraya rağmen cesareti olmasından hoşlanmıştı ama İsyaa onu bir tehlike olarak görüyorken ona gerçekleri nasıl anlatacaktı. Hem de hala kontrol edemediği güçleri yüzünden ona zarar veriyordu. Bunu ona yapmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bir an önce güçlerine alışsa iyi ederdi.

"Sandığımdan zeki çıktın." Dedi hala boynunda duran sargı bezini eline aldı. Bunu ondan beklemiyordu. "Umarım sakin bir şekilde bu yolculuğu atlatırım." Dedi. Göz ucuyla ona baktı. Arabanın arka koltuğuna kan bile bulaşmaya başlamıştı. Yani onu bir an önce tedavi etmeliydi. Olayları bu hale getirebileceğini hayal bile edememişti. Arkasını döndü ve tekrar ona baktı. Belki de onu küçümsemişti. Gerçekten efsanevi tanrıça o muydu? Dünya'ya her geldiğinde bir erkek olarak gelmeyi tercih etmişti. Şimdi ise bir kadındı. Bunun bir anlamı var mıydı? Ruhların cinsiyetsiz olduğunu biliyordu ama doğmadan önce hangi cinsiyette doğacağımıza ruhlarımız karar verirdi. Bunu garip olduğunu düşünmüştü.

Ankara'ya varmak üzereydi ve orada yol haritasını kontrol etmeliydi ve İsyaa'ya dünya da olup biteni anlatması gerekiyordu. Onun deli olduğunu düşünecekti.

İsyaa / Mu Kıtasına YolculukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin