Protokol 13

171 81 183
                                    


"Yalan, ortada gizlenebilecek bir gerçek olmadığında yalan olmaktan çıkar."

Sentetik İllüzyon, Felatun A. Sf. 254

Geminin, sarsılmalarındaki tutarsızlıklar yüzünden dıştan bir müdahaleye maruz kaldığını tahmin ediyordu Pandora. Bir asteroit fırtınasından fazlası olabilir miydi bunun nedeni? Kaçış kapsüllerinin bulunduğu yaşam destek bölümüne dönen, kırmızı uyarı ışıklarının güç bela aydınlattığı loş koridorda kısa süreli bir kararsızlığın tam ortasındaydı.

Protokol 13... diye düşündü. Son çare, gemiyi terk etme talimatı olmalı. Kaçış kapsüllerinin asli fonksiyonu buydu zaten. Beni kurtarmak istiyorlar. Peki ya Anesidora? Ona ne olacaktı? Çoğunlukla bunaltıcı bir hapishaneden farksız olmasa da bu gemi, bildiği yegane yuvasıydı. Dışarısı ise, basınçsız, hudutsuz bir hiçlikten ibaretti onun için.

Hayır! Annesini geride bırakamazdı. Hem, uzay boşluğunda tek başına hayatta kalması... Gidemezdi. Nihai kararını vermesi uzun sürmedi. Bu seferliğine protokole uymayacaktı! Bir şekilde Anesidora'nun yardımına gitmeliydi. Etrafına bakındı. Yaşam destek bölümünün dışındaki panellerde, geminin muhtelif yerlerinde süratle düşmekte olan basıncı işaret eden kırmızı göstergeleri görmesiyle, annesinin şu anda bulunduğunu tahmin ettiği üst güverteye doğru fırlaması bir olmuştu. Gemiye hasar veren şey neydi, bilmiyordu. Ama tamiri güç delikler açarak kimi bölümlerdeki havayı süratle boşalttığı aşikardı.

Olası bir kontrolsüz dekompresyonla karşılaşma ihtimaline karşın hava hücresinden, üzerinde ÇEVAK yazan, kendisine uygun bir çevresel vakum kostümü edinip, olabildiğince hızlı şekilde giyindi. Hemen ardından da üst güverteye çıkan birleşim noktalarından birisine vararak, merdivenlere tüm gücüyle tutundu ve tırmanmaya başladı. Sarsıntıların ardı arkası kesilmiyordu. Bir iki kez düşer gibi olsa da, dengesini sağlamayı başardı. Zaman, böyle anlarda hatırlanan bir şey olmalıydı. Kısıtlı olduğunda varlığı hissedilen ve dur durak bilmeden akıp giden. Kim bilir?

Üst güvertedeki kaptan köşkü olarak adlandırılan –bildiği kadarıyla gemi kaptanının faaliyetleri için tasarlanmış olan, ancak gemide kendisinden başka yegane kimse olarak, yalnızca Anesidora tarafından kullanılan- bölüme doğru koşar adım ilerledi. İçeriye girdiğinde, anlamlandırmakta her daim zorlandığı rengarenk tuşların süslediği panellerle, garip değerlerin dönüp durduğu ışıltılı ekranların ortasında buldu annesini.

Üzerinde her zaman görmeye alışık olduğu gümüşi, ince dokuma elbise yerine, abanoz siyahı renkte, dar bir polyester kostümle karşılamıştı Anesidora onu. El bileğine monte edilmiş ve Pandora'nın daha önce hiç görmediği, siyah, yuvarlak namlusuyla tuhaf bir silahı andıran, sıra dışı bir aparatla birlikte üstelik. Küçük kıza arkası dönük olduğu halde, panellerin birisindeki göstergelere göz gezdirirken, sanki Pandora'nın varlığını hissetmiş gibi katı bir sesle bağırmaya başladı.

"Sana ne dedim ben!"

"Ama anne! Vakum kostümünü giymemişsin, basınç azalması-"

"Benim için endişelenmeyi bırak, çocuğum." Göstergelere dikkatli bir bakış attıktan sonra kısa bir tereddütle söylendi. "Bir bu eksikti!" Tam o anda, soğuk bir anons daha duyuldu, yarısında kesilmek üzere olan.

"İzinsiz giriş! İzinsiz giriş! Sistem tasfiyesi başlatıldı! Acil durum önlemi. Protokol 14, başlatıldı. Derhal gemiyi terk edin! Derhal-"

Bir asteroit fırtınası değildi bu besbelli. Birileri gemiye giriyordu. "Kimler?" diyebildi güçlükle kızcağız.

Daha öncesinde hiç şahit olmadığı bir çabuklukla, yanına varmasına şahit oldu annesinin. O kavisli kaşların çevrelediği yüzünde, daha önce buna benzer bir endişe görmediğine emindi Pandora. O narin ellerin, beklemeyeceği bir kuvvetle omzunu sıkıca kavradığını ve kendisini sürüklemeye başladığını hissetti. Gözünün önünden hızlıca geçen koridorlar, kırmızı ışıklarıyla korkutucu bir görüntüye sahip lambalar, atmosfer kaybını durdurmak için sıkı sıkıya kapanmış kapılar... Kaskının içinde bir çırpıda alıp verdiği nefeslerin eseri, buğulanmış bir cama yansıyan annesinin hışımla hareket eden silueti...

"Protokoller senin iyiliğin için! Sana söyleneni harfiyen yapmalısın. Neyi riske attığının farkında mısın?"

"Ama ben, seni bırakamazdım."

"Söylendiğinde bırakacaksın! Gerekiyorsa bırakacaksın!"

"Bırakamazdım."

Alt güverteye indirildiğini fark ettiğinde, annesinin pençelerinden kurtulmak için verdiği çabanın beyhude olduğunu anlamıştı. Geminin sarsılması dursa da, tavanlardan sarkan kablolar, yer yer kıvılcımlar saçan yarıklar, ateşe verilmiş bir kauçuktan yükselircesine savrulan siyah dumanlar, kısa devre yapmış iletişim cihazları ve yanıp sönen o kahrolası kırmızı ışıklar ile ortalık kıyamet yeri gibiydi. Nihayet yaşam destek odasının tanıdık kapısı belirdiğinde buğulu camının ardında, az önce geldikleri koridordan yükselen gürültüleri de işitmeye başlamıştı. Bir metalin yarılmasını andıran, daha önce duymadığı tuhaf bir ses, peşindense cızırtılı konuşmalar...

Yaşam destek bölümünün soğuk odasına ittirdi Anesidora onu. Kapıyı üzerine kapatmadan evvel son bir kez göz göze geldiler.

"Git çocuğum! Kaçış kapsülü seni hedefine götürecek. Yıldızlar, yolunu aydınlatsın. Git!"

Kapı kapandı.

Masaların üzerinde şırıngaların, sağlık ekipmanlarının, ilaçların serili olduğu, hibernasyon haznelerinin barındığı bu loş odayı yeterince tanıyordu küçük kız. Dizlerinin üzerinde emekleyerek kaçış kapsüllerinin en yakınına doğru hareketlendi. Tam bir kapsülün kapağını açmak üzere uzanmaya niyetleniyordu ki, koridordan yükselen gürültülere kulak kesilmesiyle duraksadı. Yine o kesik kesik cızırtılar, tanımadığı insanlara dair haykırışlar, takır takır seslerle kulakları sağır edecek kadar yüksek, ritmik bir ses. Ve Anesidora'nın canhıraş çığlığı...

"Anne!"

Yapamadı. Kaçış kapsülünün kapağını dahi açamadı. İçgüdüsel dürtüleriydi artık kontrol eden uzuvlarını. Kapıya koştu tüm gücüyle. Kolu çevirdi. Ağır bir yükü sırtlanmış, minik bir karınca misali araladı metal hava kilidinin kapaklarını. Koridora çıktığında ise... Onu gördü. Duvara dayanmış, gırtlağında bir kesikle, siyah kostümünden yükselen dumanlarla delik deşik haldeki annesinin vücudunu.

Deliklerden akan kan, kırmızı değildi. Mürekkep kıvamında, laciverte çalan bir mavilikti akan... Boynundaki yarıktan dışarı sarkmış, siyah, ince kablolar, ucunda aralıklarla yanıp sönen kıvılcımlar... Neydi bu gördüğü? Annesi mi? Annesi, böyle miydi? Bir makine. O güzel yüzünü süsleyen, karanlıkta birer yıldızı andıran gözlerini üzerinde hissetti yine. Bakışları kesişti. Nutku tutuldu.

Olduğu yerde, hibernasyon haznesinde atıl bir uykuya yatmış gibi donup kalmıştı Pandora. Öyle ki, koridorun karanlık gölgelerinde hareket eden kimseleri ve onların cızırtılı konuşmalarını ayırt edememişti bile.

"Küçük bir kız bu!"

"Hay, meteor düşsün başınıza!"

"Kesin! Sentetik analizi?"

"Biyotarayıcı verileri normal. Bir insan!"

Kısa bir sessizlik.

"Kaptan, canlı istiyor. Devam edin."

"Anlaşıldı Marduk..."

Annesinin titreyen, ince dudaklarıydı son görmeye çalıştığı. Çıkmayan, çıkamayan sesiydi duymaya çalıştığı. Ne demeye çalıştığını algılamak, ona sarılmak istedi, yapamadı. Koyu bir karanlık çöktü gözlerine.

Kozmik Yankı | Yıldız ÇocukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin