"İdealler, ölümün anlamsız kılacağı bir yaşamda; gerçeklerden kaçmanın en asil ama en ölümcül metodudur."
Hiçlikte Yankılanan Düşünceler, A. Galat Sf. 267
Ona hep özel bir çocuk olduğunu söylemişlerdi. Yıldızların ötesini bile düşleyebileceğini... Düpedüz palavra olmalıydı bu! Varlığının hiç de özel bir yanı yoktu. Ailesiz bir yaşam... Bir insan gibi değil ama bir ürün olarak doğmak. Böyle bir yaşama mecbur bırakılmak. Neden saklama gereği duymuşlardı bunu?
Trappist-1'in, daha doğrusu yerel dilde Eonna'nın ilk sakinleri olan Zenit kolonicilerinin aileye karşı bir yapılaşmaya gittiklerini öğrendiğinde, çok şaşırmıştı Pandora. Zenit Teknokrasisinde –eğitim programı kendilerini böyle adlandırıyordu- aile kavramı toplumsal hafızadan tamamen silinmiş gibiydi. Doğan her bir çocuğun ailesinden alınarak teknokrasi güdümünde eğitim görmesi, insanlığın tarihi düşünüldüğünde tuhaf bir yaklaşımdı. Çocuklar bir aileye sahip olamaz, kendisinden ve toplumdan başkasının faydasını düşünemezlerdi. Aidiyetlerini belirleme hakkına sahip yetişmeleri, birey olmalarının ön koşulu gibiydi.
Gözlemlenebildiği kadarıyla toplumlar inanışlarını ve toplumsal normlar gibi illüzyonları, yaşadıkları hayatın şartları öyle gerektirdiği için oluşturuyorlardı. Zenitilerin böyle bir teknokrasiyi ve aileden yoksun bir toplum yapısını inşa etmeleri için ne gibi şartlar altında yaşamaya maruz kaldıklarını hep merak ederdi Pandora. Şayet elinde yeterli veri olsaydı. Neden bir aileyi zararlı bulmuşlardı? Annelik içgüdüsü, genetikten arındırılması gereken zararlı bir illüzyon muydu?
Kaptan Amar'ın sert mizacının sebebi belki de bir Zeniti gibi ailesiz büyümesiydi. Aslında bunu pekala kendisine sorabilirdi. Ofisinin antik birer sütunu andıran dekorları altında ezilmeyeceğini bilseydi şayet.
Balsazar'ın onun için hazırladığını söylediği alt güvertedeki odaya kapandığında bu düşüncelere gömülmüş halde buldu kendisini. Mütevazi olduğu kadar da sönük bir odaydı kaldığı yer. Boyunu aşan bir ranza, plastik bir sandalye ve bir de sehpadan ibaretti. Giyebileceği birkaç kıyafet de duvardaki askılıklara asılmıştı. Nimrodel'in konforundan hepten yoksundu burası.
İlk zamanlar -ihtiyaçlarını gidermek için mecbur kalmadıkça- odasından çıkmak bile istemedi. Eskiden olsa ne kadar süredir burada olduğunu sorgular, kendince ufak hesaplara girişirdi. Oysa şimdi zaman kavramını çoktan yitirmişti. Yemeğini getiren servis robotunu tekmeleyip bozması sonucu artık yemek de göndermez olmuşlardı.
Engin bir karanlıkta sürüklendiği o sessiz rüyaların birisinden kapının çalmasıyla uyanıvermişti. Sibele elinde sıcak kokuların yayıldığı bir kapla birlikte içeriye girdiğinde yüzünde Pandora'nın bile artık alışkın olduğu gülümsemesi vardı.
"Ufaklık acıkmış olmalı, değil mi?"
"Acıksam, gelip alırdım."
"Öyle mi?" Muzır bir sırıtışla kapıya yönelir gibi yaptı kadın. "O halde geri götüreyim, madem acıkmadın!"
"Gitme, tamam! Acıktım..."
Kaptaki dumanı tüten sulu yahniyi bir çırpıda yediği esnada, Nimrodel'de alışkın olduğu tatsız ama temiz yemeklere kıyasla bu gemideki yemeklerin neden bu kadar lezzetli fakat bir o kadar da pis bir karışım gibi gözüktüklerini düşündü.
"Kimi cezalandırıyorsun Pandora?"
Sibele'nin sorusuyla irkilmişti küçük kız.
"Ben mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kozmik Yankı | Yıldız Çocuk
Science FictionDünya zamanıyla insanlığın 2545. yılında, dünyamızın 39 ışık yılı uzağında cereyan eden kurgusal hadiselere dair yazmış olduğum bu romanda, bilim kurgu türüne yeni meseleleri mitlerle harmanlayarak, insanlığın geleceğine ve günümüz teknolojilerinin...