Bölüm 22

1.3K 48 2
                                    

İyi okumalar...

Çocukluk arkadaşım Ömer'e doğru koşup sarıldım. Nasıl özlemişim! Ben sarılınca o da ellerini sırtıma koyup sarıldı. Geri çekilip benim elim onun belinde, onun eli benim omzumda masaya doğru yürürken yan yan baktı.

"Bu kadar mı özledin beni?" diye sordu gülerek. Gülümseyerek başımı salladım. Ömer'in annesi rahmetli Azra teyze ile annem çok yakın arkadaşmış. O kadar yakınlarmış ki yedikleri, içtikleri ayrı gitmezmiş. Biz de onlar kadar yakındık çocukken. Ta ki askerden sonra çalışmaya Ankara'ya gidene kadar. Ömer, orada bir ortaokulda Türkçe Öğretmenliği yapıyordu. Masanın yanına gelince karşılıklı oturduk. Masadakilerle tanıştıracakken Agâh araya girip:

"Elif ekmeği uzat abim." dedi elini önümden uzatarak. Elif yanındaki ekmek tabağını uzatıp abisine verdi.

"Sizi çocukluk arkadaşım Ömer ile tanıştırayım." dedim masadakilere bakarak. Agâh dışında diğerleri başıyla selam verdi. Neydi bu şimdi? Onu umursamamaya çalışarak herkesle tanıştırdım. Tanıştırma faslı bitince :

"Düğün için mi geldin?" diye sordum. Ömer başını salladı.

"Evet. Semih abi aradı bende izin alıp ilk uçakla geldim. Abimin düğününü kaçıramazdım." dedi gülümseyerek. Azra teyzenin ölümünden sonra Ömer'in babası gidişine dayanamayıp hastalanmış. Bir ay sonra da babası Mehmet amca ölmüş. Bu yüzden Ömer ne annesini ne de babasını hatırlıyor. Yüzlerini de sadece resimlerden biliyor. Annesi babası ölünce de Ömer'i babaannesi büyüttü. Biz de Mübeccel babaanne sayesinde tanışmıştık onunla. Çocukken ailesi için o kadar çok ağlıyordu ki eksikliklerini daha fazla hissetmesin diye yanında ailemle ilgili ne konuşurdum ne de onlara sevgi gösterirdim. Hatta bunu yıllar sonra 10 yaşındayken istemeden itiraf ettiğimde bana "Senin annenin babanın olmasını bile içten içe kıskanıyordum." demişti. Bahsettiği kıskançlık kötü niyetli bir kıskançlık değildi tabii ki ama söylediklerinden sonra özür dilediğimi, eve gidince de akşama kadar ağladığımı hatırlıyorum.

Çocukken Ömer, ben, Metin ve Fatma beraber oyun oynardık, hatta birbirimize o yaşta bile ceviz kabuğunu doldurmayacak dertler için derman olmaya çalışıyorduk. Mahallede sabah 9'da oynamaya çıkar akşam ezanına kadar da eve girmezdik. Gezerdik, tozardık, birbirimizden hiç sıkılmazdık bile. Bu lise bitinceye kadar devam etti durdu. İlk kopuşumuz ise bir yaz, yine rafting merakımız tuttuğunda olmuştu. Rafting ailelerimizin izin vermediği tek şeydi ama çocuktuk işte. Ailelerimiz izin vermediği için daha çok istiyorduk, yapmak için her türlü yolu deniyorduk.

Yedi sene önce daha liseyi yeni bitirmişken yine rafting yapmak isteyip gerçekten de artık yapmıştık. Fakat rafting beklediğimiz gibi olmamıştı. Başta herşey güzelken ve derede ilerlerken bot devrilmişti canımızı da zar zor kurtarmıştık. O olaydan sonra Ömer bize her seferinde kızıp "Ben size o gün dedim dime yapmayalım diye. Bir daha buraya rafting için gelmek yok! Bir babaannem var onu da bunun için üzemem." demişti. O olaydan sonra bende bir daha istememiştim zaten ama Fatma ve Metin öyle düşünmüyordu. Onlar o gün sonucu kötü olsa da çok sevmişti ve tekrar tekrar yapmak istemişlerdi. Yaptılar da. Bir akşam bizden habersiz bir grupla birlikte yine rafting yapmışlar. Tabi o akşam yine botun devrilmesiyle kendilerini Fırtına deresinin akışına bırakmışlar ama önceki kadar şanslı değillerdi. Bu sefer kurtulamamışlardı.

Günlerce onları aramıştık ama bulamamıştık. Üç günün sonunda polisler 5 kişinin cansız bedenini 3 km ötede bulmuştu. İçlerinde Fatma ve Metin de vardı. Onların gidişi ikimizi de sarssada aramızdaki bağı daha da sağlamlaştırmıştı. O olaydan sonra farklı fakültelerde olsak bile İstanbul'a gidip aynı üniversiteyi okumuştuk. Dördümüzün sözü hiç ayrılmamak olsa da, bunun bizim elimizde olmadığını çok acı bir şekilde öğrenmiştik ve bu korku bizi ele geçirmişti bile. Bu yüzden Ömer ile ayrılamamıştık işte.

RizeliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin