41

1K 126 27
                                    

Jungkook kafeteryada oturmuş, karton bardakta soğuttuğu bilmem kaçıncı kahvesini izlerken düşünüyordu. Ne yapmıştı da bu hale gelmişlerdi? Ne kadar ileriye gitmişti? Farkında olmadan birbirlerini nasıl böylesine incitmeyi başarmışlardı?

Jimin daha önce onunla hiç bu şekilde konuşmamıştı. Bile isteye, göz göre göre birbirlerini kırıyorlardı ve bu Jungkook için çok fazlaydı. Hep dediği gibi, Jimin'i kendinden çok seviyordu genç olan. Jimin ise demek ki onu o kadar da sevmiyordu, terk edip gittiğine göre...

Her şeyi bir kenara bıraktıklarında Jungkook biraz pişman hissediyordu. Herkesin içinde bu denli özel bir konuşma yapmak onu sonrasında fazlasıyla utandırmıştı. Genelde duygularından pek bahsetmez, bu konularda asla konuşmazdı. Jimin'e bile daha önce anlatmadığı şeyleri söylemişti grupta. Cidden utanıyordu. Çok yalnız ve utanmış hissediyordu kendini. Bu yüzden telefonunu çıkartmış ve yapabileceği en mantıklı şeyi yapmıştı. Annesini aramıştı.

Telefonu üçüncü çalışta açıldığı gibi karşı taraftan gelen ince ve meleksi ses gülümsemesine sebep olmuştu.

"Jungkook, bebeğim," Jungkook'un gözleri anında dolarken dökülen birkaç damla yaşı hızla silmişti. Annesini ne kadar özlediğini şimdi fark ediyordu ve olabilirmiş gibi Jimin'e onsuz gittiği için daha da kızmıştı tam şu anda. "Anneciğim, nasılsın?"

Zar zor konuşabilecek kadar kendini dizginlediğinde annesi birkaç saniye sessiz kalmıştı. Anlamıştı oğlunun ağladığını, içine öküz oturmuştu şimdi. Kıyamazdı ki evladına hiç. "Ben de seni arayacaktım ama müsait olunca senin beni arayacağını bildiğimden biraz zaman tanıdım sana. Sen nasılsın oğlum? Jimin buraya gelmiş, dün camdan gördüm. Bir sorun mu var?"

Jungkook başını olumlu olarak sallasa da annesini üzmemek için dudaklarını ısırmış ve reddetmişti endişeli kadını, "Hayır, bir sorun yok anne. Jimin ailesini özlemiş sadece."

Jungkook annesinin bu yalana inanmadığını adı gibi biliyordu. Yine de karakteri buydu ya, açık bir kitap olamıyordu işte. İlla karşıdaki kişinin kurcalaması, ağzından laf almak için çabalaması gerekiyordu. "Sen beni özlemedin mi eşek sıpası? Niye gelmedin o diğer eşek sıpasıyla beraber?"

Jungkook gözyaşlarının arasından minik bir kıkırtı bırakırken mırıldanmıştı. "Ödevlerim vardı anne. Bu sefer gelemedim ama dönem sonu mutlaka geleceğim, söz." Karşı taraftan minik bir kıkırtı da karşılık olarak geldiğinde Jungkook derin bir nefes almıştı. Yine aynı sessizlik oluşmuştu aralarında. Annesi daha fazla dayanamamış gibi soruverdi oğlunun da beklediği o soruyu. "Kavga mı ettiniz Jungkook? Jimin iyi görünmüyordu, sen de iyi değilsin anlıyorum ben oğlum. Sesin cansız geliyor, burnunu çektiğin de duyuluyor gayet saklamaya çalışma sakın."

Jungkook gerçek bir kahkaha atıp bir kere daha çekmişti akan burnunu. Bir yanı anlaması için dua ediyordu zaten. İçini dökmek istiyordu, hatta daha da fazlası kucağına yatıp içli içli ağlamak istiyordu annesinin. Ama yapacak bir şey yoktu, yalnızdı.

"Anne," demişti bir anlık gaflete düşüp. "Babamı çok özledim ben." Karşı taraftan ses gelmeyince ne dediğinin farkına varıp olabilirmiş gibi daha da hızlanmıştı göz yaşları. Annesine bu konuyu açmamaya söz vermişti daha küçücükken kendine. Şimdi ise küçük Jungkook kadar olamamış, çenesini tutamamıştı. Kötü hissediyordu.

"Çok yalnızım, kimsem yok burada. Jimin gitti. Benden nefret ediyor anne. Çok kızdı bana, çok haklı ama o yokken ben çok korkuyorum. Lütfen geri gelsin anne, bir şey yapamaz mısın? Ona ihtiyacım var benim." Annesi şaşkınca kala kalırken, olanların düşündüğünden de ciddi olduğunu anlamıştı. Henüz Jimin yanına uğramamış, konuşma fırsatları olmamıştı. Bu bile aslında olayın ciddiyetinin habercisiydi. Jimin kendi evinden önce Jungkook'un annesinin yanına uğrardı normalde çünkü.

say something | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin