6

598 24 0
                                    

tanrısal bakış açısı;

profesör bugün okula gitmeyecekti, 2 haftada bir denk gelen perşembe gününün boş olması onu sevindiriyordu. çünkü yaşamak istediği hayatında hafta içi sadece bugün kendi olabiliyordu.

sabah erkenden uyanmış, kendine acı bir kahve yapmıştı. penceresinin önüne otururken sigara paketini ve kahvesini pencerenin pervazına yerleştirmişti.

dışarıya hafif atıştıran yağmuru izlerken usul usul zehirli dumanı içine çekip, üzerine zift acısı kahvesini yudumlayıp destekliyordu. üzerinde siyah oversize bir tişört ve altında bol yine siyah olan bir eşofman vardı.

parmak eklemlerine kadar dövmeli olan eli, sigarayı tutarken tekrar dikkatini çekti. vücudunda çok fazl dövme vardı, dövmelerinden asla utanmıyordu çünkü her biri büyük anlamlar barındırıyordu. ama insanlar ve mesleği dövmelerini asla kabullenmiyordu, onları saklaması için baskı yapıyorlardı.

simsiyah uzun saçları vardı, belinden kalçalarına kadar düşen, yumuşacık duran saçları. sağ kulağında 7 tane piercing sol kulağında ise 6 tane piercingi vardı. tırnakları ise her zaman yapılıydı. genelde siyah uzun stiletto tırnaklar kullanırdı. siyah olmazsa bile; bordo, lacivert kullanırdı. koyu tonları severdi. gözleri ise kahverenginin en koyu tonuydu, siyah göz olsa onunki kesin siyah göz olmalıydı. yüz hatları keskindi, bakışları gibi. dolgun kahverengimsi pembemsi dudakları vardı. dilinde ise sürekli gizlemek zorunda olduğu piercingi ve dişlerinin üzerinde güldüğünde beliren küçük topları olan bir piercingi daha vardı. bazen derslerde ya da diğer profesörlerle toplantı yaptıklarında sıkıldığında dilindeki piercingle oynar, ağzının içinde haraket ettirirdi onu. kaşında ise okul zamanları sürekli saklamak, çoğu zaman takmamak zorunda olduğu kaş piercingi vardı. bugün piercingini takacağını aklının bir köşesine not etmişti sigarasını içerken.

gözleri bozuk olmamasına rağmen daha 'öğretmenimsi' durmak amacıyla arada bir şeffaf gözlükler takardı. ama o koca ceylan gözlerini saklamayı hiç sevmezdi.

hayat çoğu zaman onu istemediği her şeye o kadar çok zorlamıştı ki, tüm gerçek yaşantısı ellerinden kayıp giderken içindeki pişmanlıktan patlayacaktı en sonunda.

orada uzun bir süre oturup: ne kadar uyumsuz olduğunu defalarca kendine kanıtlamış ve içine altından kalkamayacağı bir buhran sıkıştırmıştı.

eline telefonunu alıp bir numara tuşlamıştı, her daraldığında belli etmeden sığınmaya çalıştığı limanını aramıştı. telefon birkaç kez çaldıktan sonra açılmıştı.

"günaydın anne."

"günaydın kızım."

karşısındaki kadını göremese de bunu gülerek söylediğini anlamıştı, sesine yansımıştı çünkü.

"nasılsın?" diye sordu kısaca, onunla çok uzun konuşamazdı. hep bir işi olduğunu, gitmesi gerektiğini söyleyip kaçardı limanından.

bugün de yine öyle olmuştu, annesinin sesini birazcık duyduktan ve onun sözde iyi olduğunu duyduktan sonra telefonunu kapatmıştı.

genç kadının içindekilerini konuşurken alıp götüren annesi, telefon kapandıktan sonra genç kadını tekrar aynı ruh haline döndermişti.

hatta daha fazla karamsarlığa sürüklemişti. çünkü annesiyle ne zaman konuşsa, yaptığı saçmalıkları, haksızlıkları hatırlar kendini cezalandırmaktan çekinmezdi.

yine öyle olmuştu.

yine aynısını hissetmişti.

peki bu kez kendini nasıl cezalandırmalıydı ki?

teacher's painHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin