Gözlerimi açtığımda yatağımın hemen yanında duran büyük pencereden dışarı baktım. Hala sabah olmamıştı deli gibi uykum vardı fakat ben uyumak istemiyordum. Benden habersiz akan gözyaşlarımı fark ettiğimde gördüğüm rüya aklıma gelmiş ve ben bunun neden bana acı verdiğini anlayamamıştım. Vicdan azabı olabilir miydi hissettiğim?
~~~
Kırmızı saçlı minik beden elinde kendi gibi küçük olan köpek yavrusuyla eski püskü bir eve koşuyordu telaşla. Peşinden gidiyordum bende,
En sonunda kapıyı hızla açmış ve bağırmaya başlamıştı.
"Anne! Annecim nerdesin?"
İçeriden kırmızı uzun saçlı bir kadın geldi miniğin bağırışlarını duyunca. "Sorun ne canım?" dedi kadın. Sonra minik oğlunun elinde tuttuğu yaralı yavru köpeği gördü ve telaşla aldı kucağına."Diğer çocuklar ona vuruyordu annecim, benim için onu iyileştirebilir misin?" kadın minik oğluna tebessüm etti ve yere eğildi boylarını eşitlemek amacıyla. Eliyle minik yavrusunun yara içinde olan yüzünü okşadı.
"Galiba senide iyileştirmemiz gerekiyor bebeğim." dedi kadın şefkatle. Ardından minik Hyunjin heyecanla konuştu.
"Önce o anne, önce onunla ilgilenmen gerekiyor."
Söyledikleri karşısında sadece annesi değil bende tebessüm etmiştim. Genç kadın pansuman yapmak için küçük siyah köpeği içeri götürdü.
Bende önümde duran minik bedeni inceledim. O annesine benziyordu. Saçları bakışlar, ve küçük bir çocuğa göre çok şefkatliydi.Ve üstünde duran sürekli dikilmiş kıyafetlerden belliydi diğer çocuklardan sürekli dayak yediği. Uğradığı zorbalığa rağmen minik bedeni küçük köpek için kendini ortaya atmıştı.
Böyle bir ruh nasıl olur da gelecekte bu kadar kötü olurdu?"İşte bitti, onu fazla yormamalıyız Hyunjin koltuğu yatıralım dinlensin." sonunda kadın pansuman yaptığı köpek yavrusuyla içeri geldi. Onu yumuşak koltuğa bıraktı ve minik Hyunjin heyecanla annesinin yanına koştu.
"Anne sen en iyisisin!" kadın güldü ve miniğini kucağına aldı " Şimdi sıra sende bebeğim."
~~~
Bu bir rüya değildi, Hyunjin'in geçmişte yaşadığı bir anısıydı. Deli gibi ağlamıyordum fakat kalbimin atışı canımı yakıyordu. Sessizce istemeden yanaklarıma süzülen göz yaşlarımı sildim.
Ve biraz hava almak adına yatağımdan kalktım. Hyunjin'i gördüğümde özür dilesem iyi olacaktı.Büyük pencerelerden içeri giren ay ışığının ve duvarlara asılı oldukça şık duran mumların aydınlattığı koridorda yürüyordum. Kafam dalgındı, hemde oldukça çünkü vicdan azabı çekiyordum.
Fakat bir anda durmamı sağlayan ayak sesleri işittim. Korkmaya başladım, yavaşça arkamı döndüm. Normalde korkmazdım fakat hava hala aydınlanmamıştı ve ayak seslerinin geldiği yer simsiyah bir karanlıktan ibaretti."Jisung sen misin?" dedim titrekçe, fakat ses gelmedi. "Şakaysa komik değil?" ve yine ses gelmedi.
Siktir Jisung değildi sanırım, odama gitmeliydim yada kendimi bahçeye atsam daha iyi olurdu.Yürümek için birkaç adım atmıştım ki, sol tarafımda hissettiğim şeyle duraksadım. Yanımda şuan biri vardı, ve ben tam anlamıyla ağlamak üzereydim. Nefesini çok yakından hissedebiliyordum.
"Sizi bu saatte uyanık tutan şeyi öğrenebilir miyim?" dedi boğuk sesiyle. O yataktan hiç çıkmamalıydım. Yanımda Hyunjin vardı ve yanımda olmasını geçin tam dibimdeydi.
Hızla karşısına geçmiş ve korktuğumu belli etmemek için telaşla konuşmaya başladı." Ahaha merhaba majesteleri, uyku tutmadı biraz dolaşmanın iyi olacağını düşündüm."
Kafasını sallamış ve yüzüme bakmaya devam etmişti, gözlerini hiç çekmiyordu.
"Peki siz neden bu saatte buradasınız?" dedim bu garip bakışmayı bölmek adına.Omuz silkmiş ve "Sizinle aynı sebep, uyku tutmadı." demişti. Gitmeden önce özür dilesem iyi olurdu. "Hyunjin... Ah yani Prens Hyunjin."
"Resmiyete gerek yok." dedi lafımı bölerken.
"Pekala o zaman Hyunjin, sabah söylediklerim için özür dilerim. Gayrimeşru dememem gerekiyoru." dedim. Gözleri birkaç saniye şaşkınlıkla açıldı ardından sırıttı.
"Önemi yok." dedi ardından.
Sadece özür dilemiştim oysa. Gerçi bunu beklemiyor olabilirdi, diyorum ya Felix oldukça küstah bir karakterdi ve onun özür dilemesi doğal olarak çok olağan dışıydı.
Ve artık onu sevmediğimi söylemem gerektiğini düşündüm. Tam sırasıydı,
"Hyunjin... Sana karşı artık birşey hissetmiyorum, yani rahat olabilirsin. Sana çok zorluk çıkarmış olmalıyım özür dilerim."Dedim tebessümle, ama sırıtan yüzü ciddileşti. Hiçbir şey demedi ve kafasını yanında duran büyük pencereye çevirdi. Ve kusursuz yüzüne ay ışığının vurmasına izin verdi.
" O zaman iyi geceler dilerim. " dedim çünkü biran önce yatağıma gidip uyumak istiyordum.
Yine de bir iyi geceler dememesi bile beni utandırırken gitmek için ayaklanmıştım ki izin vermedi ve kafasını ondan birkaç santim kısa olan bana eğdi."Fakat... Bu saygısızlığını tekrar görmemi sağlarsan, önemi yok diyebileceğimi sanmıyorum... Lixie." dedi
O tam bir şeytandı, son söylediği şey tekrardan donup kalmamı sağladı. Yanımdan geçti ve gülerek gitti.
Bir kaç saniye sonra adımlarını durdurdu
" Ah bu arada iyi geceler diliyorum. Tabi uyuyabilirsen. "Şaşkınca yüzüne bakıyordum, çoktan gitmişti. Lanet olası neden böyleydi. Her zaman beni korkutuyordu. Beklemeden odama döndüm.
☾"Jisung gülme artık. Komik değil."
Sabah çoktan olmuş ve kişisel hizmetçim Jisung beni uyandırmak için gelmişti odama. Dün gece olanları anlattım ve o sadece gülme krizine giriyordu.
"Özür dilerim fakat tepkileriniz çok komik."
Sadece göz devirdim bu dediğine." Yine de aklıma takılan birşey var. Onu sevmediğinizi söylediniz ve o sadece tepkisizce durdu değil mi?" demişti Jisung. Bende "Evet hatta beni giderken tehtit bile etti." diyerek karşılık verdim.
"Sevinmesi gerekmiyor muydu?" tekrar sordu Jisung. Bu bana da garip gelmişti ama ben Hwang Hyunjin'i sorgulamayı dün gece bırakmıştım.
"Aman sevinmiştir de, şaşırmıştır büyük ihtimalle." Jisung kafasını sallamış ve heyecanla konuşmaya başlamıştı.
"Ayy efendim düşünsenize. Siz onu sevmekten vazgeçince o size aşık oluyo. Çok iyi değil mi."
Bıkmıştım, şu lanet sarayda bir kişi bile düzgün değil miydi cidden? Gözlerimi sıkı sıkı kapatmış ve öylece beklemiştim. "Jisung çık dışarı. Lütfen git."
Bu tepkime alışıktı, ne zaman beni sinirlendirse ona böyle diyordum, bozulsa bile ikiletmiyordu.
Ve Jisung oflayıp lafımı ikiletmeden çıkmıştı bazen küçük bir çocuk gibi olabiliyordu. Bu sırada kahvaltı saati yaklaşmıştı ama hiç inesim yoktu. Tekrardan bana gıcıklığına karşımda oturacağını biliyordum, hatta eğer şanssız günümdeysem yanıma bile oturma ihtimali vardı.
"Hadi Felix, şimdi aşağı iniyorsun ve rahat rahat gerilmeden kahvaltını yapıyorsun, o şeytanı da görmemezlikten geliyorsun." kendimi gaza getirmeye çalışıyordum, tam o sırada kapım nazikçe çalındı ve ben daha gir demeden içeriye... Bekle biraz "Prens Haru?"
♡
Bölüm içime sinmedi... :')
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Victory
Fanfiction(hyunlix) - They say that we're out of control and some say we're sinners - But don't let them ruin our beautiful rhythms