𝟏𝟐.

559 87 50
                                    

                                        

  Kollarında hareketsizce yatan sarışının bedenine bakıyordu sinirle kırmızı olan, yüzünde yıldızları taşıyan çocuğun bu hali kalbine büyük bir acı veriyordu şimdi.
  Amacı zaten bu değil miydi? Düşmanı olarak kabul ettiği sarışını bu halde görmek onu neden bu kadar mahvediyordu o halde? Gözlerinin dolmasına, dudaklarının titremesine anlam yükleyemiyordu bir türlü.

  "F-Felix, aç hadi şu gözlerini!"

  Kaçıncı kez adını bağırmıştı? Şimdi kaç kez gözlerini açmasını söylemişti ona? Kalbi istemsizce yas tutmaya başlıyor elleri ondan bağımsız kollarında tuttuğu bedenin yüzündeki çilleri okşuyordu. Kucağında bulunan bedenin gittikçe rengi solarken içinde bir şeylerin koptuğunu hissediyordu.

  "H-Hyunjin sen... Sen buradasın değil mi?"

   Felix gözlerini güçlükle araladığında karşısında duran beden onu içten içe mutlu etmişti, ağır ağır duran kalbinin hızlı atmasını çok isterdi ama yorgundu. Uyumak isteyecek kadar yorgun.

  "Buradayım Felix, sakin ol bir şey yok. Ben seni çıkaracağım buradan."

   "Neden geç kaldınız?"

   Kırmızılı bu soruyla duraksamıştı, anlatamazdı şuan bunu, vakti daralıyordu sarışının.
    Sikik kardeşi Haru'nun mektubu bulup onlardan sakladığını ve elinden zorla aldığını sonra söylemeliydi. Felix elini zorla cebine attı,
Hyunjin ne yaptığını anlayamıyordu sadece izliyordu.
    En sonunda sarışın, bulduğundan beri yanından hiç ayırmadığı zincir bilekliği çıkarmıştı. Hyunjin şaşkınlıkla ne yaptığını izliyordu çünkü annesinin ona verdiği bileklik şimdi Felix'in kanlar içinde kalan elindeydi.

   "K-kütüphanede düşürmüşsün."

   Kan gelmeye başlayan ağzından küçük bir kıkırtı duyuldu ve zorla açık tuttuğu gözleri ile devam etti.

   "Değerimi bil Hwang... Bak senin için sakladım." dedi ve bilekliği şokta olan kırmızılının eline zorla verdi. "Ben... Sana bunu... Çok başka şartlarda vermek isterdim."

   Hyunjin'in sessizce döktüğü göz yaşları yerini hıçkırıklara bıraktı. "H-Hyunjin... Ben... Ben..."
   Gözleri tekrar kapandı Felix'in. Onun bu halleri Hyunjin'in daha çok hırslanmasına ve gözünün dönmesine sebep oluyordu.

"Siktir! Minho, nerdesin? "

  Yeni yeni kendine gelmeye başlamıştı... Çünkü kendine gelmek zorundaydı. Eğer birkaç ay sonra kendi elleriyle öldürmeyi planladığı bedenin şimdi hayatta olmasını istiyorsa kendine gelmeliydi.

  "Majesteleri, Prens Felix! N'oldu!? "

  Hyunjin bir kaç damla yaş düşen gözlerini sıkı sıkı kapattı, ve sinirle kafasını yukarı kaldırdı. Abisi olarak kabul ettiği hizmetkarı Minho yanında bir kaç asker ve çoktan kan olmuş beyaz gömleği ile telaş içinde ona ve kucağında ki solmuş bedene bakıyordu.

  "Ne bakıyorsunuz hala! Prensi alın ve güvenli bir yere götürün!"
   Hyunjin savaş meydanını inletecek ve bir kaç düşmanın dikkatini çekecek kadar bağırdığında, Minho yanında duran iri yapılı bir askere işaret etmişti hemen. Felix'i dikkatlice kucağına almış ve diğer askerlerle birlikle kucağında duran küçük bedeni saraya sokmuştu.

   "Majesteleri, onu tedavi edeceğim bu yüzden kendinize dikkat edin şimdi."

  Minho konuşup koşar adımlarla saraya girmişti. Hyunjin ondan izinsiz akan göz yaşlarını sakince silmiş, ve yanında duran kılıcı eline alıp ayağa kalkmıştı. Dört kişi ona doğru gelirken o hala sakindi, alışkındı bu savaş olaylarına.
  Önüne gelen kırmızı saçlarını eliyle geri itmiş ve onun Felix'ini bu hale getiren kişilere kılıcını doğrultmuştu.
    Karşısında bulunan dört adamın bacakları titriyordu, çünkü herkes bilirdi savaş meydanında bulunan Hyunjin'in nasıl olduğunu. Kralın gayrimeşru serseri ikinci oğlu Prens Hyunjin, savaş alanında çok başka biri oluyordu.
Sert ve duygusuz bakışları önünde duranları tarıyordu teker teker. Tekrardan elini saçlarına geçirdi ve sakince konuştu.

Victory Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin