Biliyor musunuz bilmiyorum fakat geçenlerde bir söz okumuştum,
"Hiçbir şey ayağınıza gelmez, en azından iyi olan hiçbir şey. Her şeyi gidip kendiniz almanız gerekir."Diyordu, ve o zaman bana bu çok doğru gelmişti. Şuan yaşıyordum aynısını çünkü, bir kaç güne sarayda bir iç katliam çıkacaktı, kralın aptallığı yüzünden. Ben ise oturup karşı tarafın bu planı iptal etmesini bekleyemezdim sonuçta, bu yüzden her ne olursa olsun bunu kralın kullanmadığı beynine göre değil kendi zekama göre çözmeliydim.
Jeongin'le konuşmamızın üzerinden iki gün geçmişti. İlk başlarda bir dükün koskoca krallığı yıkabileceğini düşünmüyordum fakat, bu işi geceye bırakmalarının bir sebebi vardı. Çünkü herkesin, saray askerlerinin de dahil savunmasız olduğu tek zaman gece saatleriydi.Beklenildiği gibi Emma şuan misafir odasında baş hizmetçinin önünde işe girmek için Jeongin'in söylediği gibi türlü yalanlar uyduruyordu.
"Gerçekten zor durumdayım efendim, kocam iki yıl önce savaşta öldü. İki çocuğuma ben bakmak zorundayım. İyi maaşlı bir iş arıyordum ve en uygunu sizin yanınız olur diye düşündüm."
Emma kafasını hiç kaldırmadan konuşuyordu. Rolünü gerçekten iyi oynuyordu.
" Anlıyorum, fakat neden evlenmedin?" dedi baş hizmetçi. Emma bu soruyu bekliyormuş gibi anında cevap verdi." Sadece ölmüş eşimin ardından başka birini kabul etmek istemedim." içimden vay anasını diye geçiriken baş hizmetçi bir kaç saniye düşünmek adına sessiz kalmıştı.
" Pekala Emma, saraya alındın. Gel benimle sana yapman gerekenleri detaylı bir şekilde anlatacağım. "
Kafasını yerden hiç kaldırmasa bile sırıttığını tahmin edebiliyordum. Sakin kalmalıydım. Çünkü Kralla tam şuan konuşup ona her şeyi anlatmalı ve Emma'yı kovmasını sağlamalıyıdım. Bir de güvenliği arttırma olayı vardı tabi. Gerçi Kral bana inanır ve beynini kullanmayı seçerse büyük ihtimalle Dük Yang'a ya hapis cezası verir yada ihanetten idam ettirirdi
Emma gittiğinde babamın yanına gittim ve ciddiyetle yüzüne baktım. "Baba... O hizmetçiyi kovman gerekiyor. Hemde hemen." dedim.
Kral bana bu ne demek bakışları atarken tekrar konuşmaya karar verdim. "Dük Yang'ı tanıyorsunuz değil mi?" sorduğum soruyla yüzü bir şeyden iğrenirmiş gibi bir hal aldı ve konuştu.
"O piç, oldum olası onu hiç sevmem." bana inanmasını umut ettim."Sevgili babacığım... O kadın Dük Yang'ın saraya yolladığı bir hain. İki gün önce oğlu Jeongin'in özel talebi ile Yang malikanesine gittim. Jeongin küçüklükten beri ondan evlatlık olmasından ötürü çeşitli baskılara ve dayaklara maruz kalıyor. Bu nedenle bizim tarafımızda olmayı seçti." anlatmaya başladım.
Jeongin'in söylediği her şeyi krala eksiksiz olarak ilettim. Yüzünde ki ifadeden hiç bir şey anlamıyordum. Sanki kızıyor ama şaşırıyor gibiydi de belki bunun bir - umarım öyle değildir - saçmalık olduğunu bile düşünüyor olabilirdi."Peki Felix... Eğer anlattıkların doğru ise, bu durumda ne yapmamı öneriyorsun?"
Sorduğu soru bana inandığını gösterirken şaşırmıştım. Belki kralı fazla küçümsemiştim ama ne yapabilirdim ki? Romanda oldukça etkisiz eleman rolünü oynuyordu.
"Hwang Krallığı ile iletişime geçmeyi düşünüyorum. Öğrenmem gereken tek şey saldırının ne zaman olacağı. Eminim bize iki krallıktan biri olduğumuz için seve seve yardım ederler."
"Mantıklı." dedi. Bu durumda anlık bir fikir değişikliği ile "Baba onu kovma, Emma'yı gözlem altında tutmak zorundayız." dedim.
☾
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Victory
Fanfiction(hyunlix) - They say that we're out of control and some say we're sinners - But don't let them ruin our beautiful rhythms