𝟐𝟎.

515 79 31
                                    


Pelerinimin kapoşununu başıma geçirmiş ve sevgilimin güzel dudakları eşliğinde bir kaç saatliğine saraydan uğurlanmıştım. Yanımda dikkat çekmemek amacıyla sadece Jisung vardı, bir prens korumasız halkın içinde öylece gezemezdi. Tehlikeliydi, soyluları kıskanan veya ölmemizi isteyen psikopat bir kaç kasabalının saldırısına uğrayabilirdik.

Hatta öyle ki at arabasıyla kasabanın girişinde durmuş ve yürüyerek devam etmiştik. Sabah bu nedenle Hyunjin'le küçük bir tartışma yaşamıştım.

"En azından yanına bir kaç asker al Lix!"

"Hyunjin dikkat çekmeden halletmemiz gerekiyor. Soylu olduğumu belli edemem."

"Sanki pelerin ve kapşonla hiç dikkat çekmeyeceksin!"

Arada kavga ederdik, bu genelde küçük bir tartışma olarak başlar fakat Hyunjin'in ses tonunu kontrol edememesinden dolayı kavgaya dönüşürdü. Onun bana bağırmasından nefret ederdim çünkü.

"Neden bağırıyorsun ki!"

Sonra benim de sesim bağırmasına sinirlendiğim için yükselirdi.

"Ben mi bağırıyorum Felix! Bağıran sensin şuan."

"Sen bağırdığın için bağırdım ben Hyunjin!"

Fakat neyse ki çok ciddi bir sebeple kavga etmezdik bu nedenle genelde Hyunjin dayanamaz ve "Lanet olsun sana kıyamıyorum bile, gel buraya!" der ve beni kendine çekerdi.
Tıpkı bu sabah olduğu gibi. Beni belimden tutmuş ve kendine çekmiş ardından eliyle saçlarımı okşarken konuşmuştu.

"Dinle bebeğim. O kız büyük ihtimalle konuyu saptırıp başka yerlere çekmeye çalışacaktır. Sen sadece kısa kısa cevaplar ver ve asıl öğrenmemiz gereken şeyi öğren hemen, gel sonra yanıma."

Demiş ve kapşonumu kafama narince geçirmişti.
"Ve bunu asla çıkarma, Ari'nin evinde bile."

"Abartma Hyun."

Abartmadığını söylemiş, bana bir şans öpücüğü vermişti. Yani biz bir tartışmanın daha sonuna gelmiştik. Böyleydi işte fakat benim için sorun yoktu, beni sevdiğine emindim... Ve onu sevdiğime emindim.

"Burası mı?"

Jisung beni onayladığında, kırık dökük ve kasabanın tam ortasında bulunan küçük evin önünde durmuştum bir süre. Burası Ari'nin eviydi, büyük ihtimalle yakında Haru'ya güvenerek saraya taşınmanın ümidiyle bahçesinde bulunan çiçeklere bile su vermediği bakımsız evi.
Kapıyı iki kez tıklatmıştım fakat açan olmamıştı, bir kez daha elimi kapıya vurmak için kaldırmıştım ve eski tahta kapı buna gerek kalmadan açılmıştı.

Kapıyı açan ve tahminimce depresyonda olan Ari bana şaşkınlıkla bakıyordu.
Onu gördüğüm zamanlarda mutlaka taramış olduğu ipek gibi saçları şimdi birbirine girmiş ve yağlanmıştı.
Gözlerinin altı morarmıştı, kısaca Ari berbat bir haldeydi.

"Ne sikim geldin buraya Prens bozuntusu?"

Bu sefer sesini inceltmeye çalışmadan ve üslubuna dikkat etmeden konuşmuştu. Şaşırmamıştım, beni saygıyla karşılamasını beklemiyordum zaten. Küfür etmesini bozuntuya vermedim ve konuşmaya başladım.
"Beni içeri davet et ki ne sikim burada olduğumu öğrenebil!"

Fakat bunu bozuntuya vermemem sert konuşmayacağım anlamına gelmezdi. Ona cürrekar bakışlar atarken, kendi gibi berbat durumda olan saçlarını sinirle karıştırmış ve lanetler ederek içeri girmem için kapının önünden çekilmişti.
Beni reddedebilecek konumda değildi zaten, sırıtarak içeri girdim.

Victory Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin