Merhaba." Kısa bir selam verip beni içeri almasını beklemiştim. "Merhaba. Gir." Ne kadar da nazik!
Eve girmiştim. Bir apartmanın 3. katında oturuyordu. Aslında çok güzel bir evdi. Daha çok gri ve siyah tonlarından oluşuyordu.
Salondaki siyah-gri koltuk takımları eve cuk oturmuştu. Duvar boyası gri renkti. Amerikan mutfağı aşırı ilgi çekiciydi.
Küçüktü. Ama güzeldi. Önündeki bar tabureleri ayrı bir hava katıyordu.
"Güzelmiş...Ev yani." Kafasını sallayıp onaylamıştı. "Gel sana odanı gösteriyim." Yürümeye başladığında onu takip etmiştim.
Odaya girdiğimde büyülenmiştim. Yatak gri nevresimlerle örtülüydü. Duvar boyası beyazdı. Dolap siyah renkti. Komidinler ise dolapla uyumlu şekilde siyahtı.
Hoşuma gitmişti çünkü renkleri çok güzeldi.
Odadan çıkınca ben de onu takip ettim. Bir kapıyı gösterip konuşmuştu. "Burası benim odam. Her ne olursa olsun girme."
Ne vardı ki bu kadar sanki!? Merağıma yenik düşmemeye dua ede ede dinlemeye devam ettim.
"Bugün basket maçı var. Sessiz olsan iyi olur." Konuşmasının bittiğini anladığımda ben konuştum.
"Bu ayın kirasını şimdi vermek istiyorum." Cebimden parayı çıkarıp uzatmıştım. Paraya bakmadan yanımdan geçmişti. "Her şey zamanında okul başkanı."
Onun görmediğini unutup kafamı salladım. Sonrasında ise odama girmiş, komidinin içine parayı koymuştum. 75.000 wonum kalmıştı. Sadece. Ve bununla bir ay boyunca geçinmem gerekiyordu.
(Yazar: Kore'nin para birimiyle ilgili pek bir şey bilmiyorum. Hepsini salladım.)
İçinden 20.000 won alıp evden çıkmıştım. İçecek bir şeyler alacaktım. Market evin hemen karşısındaydı. Sadece ortada yol vardı.
Markete girerken gözüm kasaya takılmıştı. Reşit olmadığını anladığım bir çocuk içki alıyordu. Fazla takmadan içeceklerin bulunduğu bölüme ilerledim.
Gözüme sürekli olarak takılan içkiler resmen beni al diye çağırıyordu. Ani bir kararla 4 tane almıştım. (Yazar: İnternetten baktım bira 3.000 won bir şeymiş.)
Kasada ödememi yapmış, para üstünü alarak eve doğru ilerlemiştim. İlk defa içecektim. Tadını merak ediyordum.
Kapının önünde kaldığımda anahtarı almadığımı hatırladım. Zile basıp kapının açılmasını bekledim. Kapı açıldığında içeri girerken konuşmuştum.
"Bana anahtarı vermedin." Eşofmanının cebinden çıkardığı anahtarı bana uzattı. Anahtarı aldığımda ayakkabımı çıkarmakla uğraşıyordum.
Sonunda ayakkabımı çıkarmıştım. O sırada cebimdeki telefonumun titrediğini hissedip elime aldım. Arayan Min Ho'ydu. Uzun zamandır görüşümüyorduk.
"Alo"
"Efendim Min Ho?"
"Nasılsın?" İçeri girerken konuşuyordum. "İyiyim, ya sen?"
"Ben de iyiyim. Aslında ben seninle bir şey konuşacaktım." Sonunda odama vardığımda kapıyı kapattım.
"Evet?" Bir süre durdu. Konuşmadı.
"Seni revire ben taşımadım. Yalan söylediğim için üzgünüm." Bildiğim bir şeydi zaten. Çünkü çok belli etmişti.
"Biliyorum." Dediğimde şaşırdığını hissettim.
"Benimle konuşmak istemezsen anlarım." Dediği şeyle gülümsemiştim. "Saçmalama, seninle konuşmak istemiyor olsaydım konuşmazdım zaten."
"Sen ciddi misin?" Kafamı salladığımda görmediğini hatırlayıp durdum. "Ciddiyim. Ama beni kim taşıdı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zorba/Yoonmin
FanfictionPjmn: Zorbasın Min Yoongi Ve bu seni havalı yapmıyor Min Yoongi: Ne saçmalıyorsun velet?