blue

1.4K 214 47
                                    

Gecenin bir vaktinde evini dolduran gürültülü kapı sesiyle gözlerini açtı, Jisung. Gayriihtiyari bir şekilde eli yatakla duvar arasındaki beyzbol sopasına uzandı. Onu avuçladığında doğrulmuştu. Kapıya ilerlemeyi düşünmezken yataktan kalktı. Kapıya vuran kişi birkaç kez daha vurdu, ilkine göre daha yavaştı bunlar, daha az gürültülü.

"Hannie."

"Minho.", diye fısıldadı, farkında olmadan. Sopasını indirip yerine itti. Kapıya gidip, delikten kontrol ettikten sonra açtı. Minho, gülümsedi. Kapıyı itip içeri girdi. "Neden geldin?"

"Seni kontrol etmek için."

"Neden?"

"Kameralara en son benimle yakalandın, ölürsen sorumlusu ben olurum."

"Vay, baya romantiksin."

"Hm, hm.", "Ne yapıyordun?"

"Uyuyordum." Konuşurlarken Jisung, yatağına varmıştı. Oturdu. Minho da, banyoya girmişti. Rutin işlerini halletmeye... Köşeye bıraktığı bir sırt çantası vardı. Jisung, kafasını toparlamayı bekledi. Yine saçma bir rüyadan uyanmıştı. Baş ve işaret parmağıyla göz pınarlarını ovdu, ellerini yıkamadan gözüne dokunduğunu fark ettiğinde hızla çekti ve Minho'yu beklemeye koyuldu. Rüyasından birkaç parça gözünün önüne düşüyordu. Bulanık ve anlaşılmazdı bu görüntüler; Minho'nun üstünde olduğu, onu tatmin ettiği.

Ve şimdi de banyosundaydı rüyalarının erkeği. Jisung'un ona olan nefreti gün geçtikçe azalıyordu sanki. Çünkü çocuk, bir yerde, nefret ettiği kişinin kim olduğunu bilmediğini fark etti. Minho; bir gün melekken diğer gün bir şeytandı. Bazen de sadece normaldi, sadece bir insandı, güçlü durmak için yanlış bir yolu seçen, yanlış bir yola yönlendirilmiş bir çocuktu. Jisung bile, insanlardan uzak olan bu çocuk bile, Minho'yla ilgili bir şeyleri kavramaya başlamıştı. Rol yaptığını düşünmüyordu şu an. Ya da uyku sersemliğiydi, ya da Minho'nun yaralarla dolu yüzüyle ilgiliydi. Diğer günlerde sormamıştı ne olduğunu ama bugün soracaktı.

Diğer günler... Geceleri onu koruyan yıldızlara baktı, soyut bir korumaydı, ilkel bir düşünceydi ama neye inanmak istersek o gerçek olurdu, değil mi?

Uzadığı için burnunun altına kadar ulaşan saçlarını geriye itip yıldızları sakladığı çekmeceye uzandı. Minho gittikten sonra hepsini atacağını söylemişti, atılmamıştı işte, güzelce korunmuştu. Banyo kapısına baktı. Minho'nun işi uzun sürmüştü, yaralarıyla ilgilendiğini düşündü. Minho, eşyalarını kullanmak için ondan izin isteyecek biri gibi durmuyordu. Zaten ilaçları da kendisi almıştı. Dolabın sesini duyduğunda emin oldu, banyoda yaralarıyla ilgileniyordu.

Yıldız çıkartmalarından büyük bir tanesini çıkarıp yatağa çıktı, yatağına ayak basılmasından hoşlanmazdı ama şimdilik göz ardı etti, çıkartmayı tavanına yapıştırdı. Bacaklarını serbest bırakıp yatağa oturdu, biraz daha Minho'yu bekledikten sonra uzandı. İstediğini reddediyordu tabii, ama Minho gelip ona sarıldığında mutlu olacaktı. Daha önceden olsa belki sarılırdı, belki Jisung da, çocuğun bir sevgilisi olduğu gerçeğini ihmal ederdi, ama son görüşmelerinde uzanıp dudağını sildiği andan sonra emin olamadı. Arkadaş olmaktan bahsetmişti. Asla onun gibi biriyle arkadaş olmazdı, Jisung.

Jisung'un hücreleri her ne kadar şu an banyosundaki erkek yüzünden uyarılmış ve canlı olsa da Jisung, uyku istiyordu. Gözlerini kapattı, Minho çıkana kadar biraz daha dinlecek ve mantıklı düşünmeye başlayacaktı çünkü şu anki düşünceleri onu sinir etmekten öteye gitmiyordu. Minho, biraz sonra banyodan çıktı ama diğeri kendini uykuya teslim edeli bayağı olmuştu.

Minho, yatakta uzanan çocuğa ilerledi. "Hannie.", diye fısıldadı çocuğun omzuna dokunmadan. Cevap alamadığında yaklaşıp yüzünü kontrol etti. Uyuyan çocuğun yüzü pembeleşmişti. Minho, az önce banyodan çıktığı için soğuk olan elleriyle Jisung'un alnına dokundu, refleks olarak yapmıştı sanki bunu. Tuhaf, daha önce hasta bakmamıştı. Kendisine de bakılmamıştı ve bu yüzden elinin altındaki yanan tenle ne yapacağını bilmiyordu. "Hannie.", diye fısıldadı bir kez daha. Uyanması için fısıldıyordu ama çocuk, o kadar yorgun gözüküyordu ki Minho, aynı zamanda onun uyanmasını istemiyordu. Omzundan hafifçe sarstı, işe yaramadığında çocuğun kulağına eğildi. "Han."

Jisung, kulağına değen sıcak nefesi eliyle kovabilirmiş gibi elinin tersiyle itti. Minho'nun yanağına vurmuştu. Çocuk, kaşlarını çatıp doğruldu. "Jisung!" Ve Jisung, korkuyla gözlerini açtı. Minho'nun çatılmış kaşlarının altındaki endişeli gözlerde dolaştı bir anlığına. İkisi de sessizce dururken biri diğerimin gözlerinin derinliğinde boğulmuştu. Kısacık süren bu an, ikisine de saatler gibi gelmişti. Jisung, Minho'yu omzundan itti.

"Ne?" Tekrar uzandı.

"Hastaneye gideceğim, benimle gel."

"Hayır, git."

"Sensiz gidemem."

"Neden?", diye mırıldandı hala uykusunun içindeyken.

"Senle gitmek istediğim için."

"Minho," doğruldu. "...lütfen beni rahat bırakır mısın?" Minho, Jisung'a gülümsedi. Kabul edecek gibi duruyordu.

"Hayır," dolaba ilerledi. "Kalk." Açtığı dolaptan birkaç parça kıyafeti çocuğun üzerine fırlattı.

Jisung, üstüne atılanlara sinirle nefes verdi. "Atma, pisletiyorsun."

"En fazla günde beş kez çamaşır suyuyla sildiğin yerden çamaşır suyu bulaşır." Jisung, umursamadan ona atılan kıyafetlere baktı. Özellikle kalın ve uzun parçaları fırlatmıştı, motorla gideceklerini düşündü.
"Giyin.", "Yemek yedin mi?" Jisung, kafasını olumsuz anlamda salladı. Minho'nun ona sırtı dönüktü ama Jisung, hala uyuyordu. Hareket etmek ona zor geliyordu. Minho, telefonundan kafasını kaldırmadan ona döndü. "Konuş."

"Yemedim." Minho, Jisung'un cümlesine karşın kendi kendine birkaç cümle mırıldandıktan sonra askılıktaki ceketini aldı.

"Çabuk ol, aşağıda seni bekliyorum." Jisung'un ona vereceği cevabı beklemeden evden çıktı.

Jisung, itiraz etmeden ona fırlatılan kıyafetleri giydi. İtiraz edecek hali de yoktu zaten, tek istediği dinlenmekti. Vücudunun bir anlığına bile olsa dinlenmesini, beyninin çalışmayı bırakmasını istiyordu. Kendi düşünceleriyle karşılaşıp mağlup olarak ayrıldığı savaşlardan bıkmıştı. Her günü bir diğerinin aynısı olan günlerine dönmek istiyordu. İçinde bir yerlerde uyanan birinin olduğunu hissediyordu ve onu baskıladığı için asla çıkamayacağı bir kara deliğe ilk adımını atmıştı.

Baskıladığı tarafı, kendi dışında birilerini umursamak istiyordu. Felix ve Minho'yu düşünüyordu. Kafasının içinde sürekli açık olan bir pencere vardı ve o pencere sürekli olarak tek bir görüntüyü yansıtıyordu; Felix'in ona geldiği son günü, yaralarla dolu vücudunu. O günün sabahında ilgilendiği tek şey sadece paraları olmuştu. Jisung'un baskıladığı tarafı kendisinden nefret etmesini sağlıyordu, Jisung da o tarafından nefret ediyordu. Yine o taraf, defalarca denemekten vazgeçen asıl benliğinin kafasına başka bir düşünce sokuyordu. Minho, neden böyle? Minho, neden böylesin? Neden bana yakınsın? Sen de mi ortadan kaybolacaksın? Felix'le bağlantınızın farkındayım ama çözemeyecek kadar aptalım. Minho, neden soğuk havada öyle giyinerek çıktın?

Jisung, nefes vererek doğruldu. Ağır adımlarla dolabına ulaşıp içinden kalın bir kapüşonlu çıkardı. Telefonunu alıp kapüşonlusuyla evden çıktı.

•••

villain ㄲ MINSUNGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin