-14-

83 10 30
                                    

14. Bölüm






Jungkook'un söylediklerini anlamamazlıktan gelecek halim yoktu. Öyle yapmayı ne kadar çok istesem de, söylediklerinin bir aşk itirafı olduğunu anlamamak için salak olmak gerekiyordu.

Her şey ne zaman başlamıştı? Jungkook'un duyguları değil, benim böylesine zor şeyler yaşamaya başlamam. 2 ay önce Jungkook koreye adım attığı zaman mı yoksa Amerika'ya gittiği zaman mı?

Bence hayat benim için böylesine karmaşık bir hal almaya başladığ gün, Bang Si Hyuk'un BTS'i kurmaya karar verdiği gündü.

Pekala ben de birbirine giren duygularımı reddedecek değildim ama buna tam anlamıyla etkilenmek denmezdi.

Jeon Jungkook benim kardeşim gibiydi. Hatta gibisi fazla.

Hem o benim kardeşimden bile daha küçüktü.

Ne kadar normal bir erkekten daha yapılı ve gerçek üstü yakışıklılığa sahip bir şarkıcı olsa ve bu bir kadının bir erkeğe delicesine aşık olmasına yetip artar sebepler de olsa, ben Jungkook'u elimde büyütmüştüm.

Dün akşamdan beri kafamda tasarlamadığım konuşma kalmamıştı beynim yakında kısa devre yapacaktı.

Dün akşam Jungkook'un yaptığı itiraftan sonra kurtarıcımmış gibi yanımıza yanaşan taksiye kendimi atmış, yol boyunca bana tek kelime ederde diye de korkudan koltuğun içine girmiştim.

Neredeyse 30 yaşına adımını atmış olan ben Park Ji An, hayatında ilk defa bir erkekten çıkma teklifi almış ilkokul çocukları gibi de sabaha kadar düşünmekten uyuyamamıştım.

Ancak benim düşüncelerimin hiçbir önemi yoktu. Bunlar çok anlamsızdı. Üstelik aramızda bu kadar çok yaş farkı varken...

Bize ne oluyordu böyle? Jungkook sadece 2 ay önce gördüğüm yerde öldürmek istediğim biriyken nasıl böyle şeyler söyleyecek cesareti bulmuştu? Ona fazla mı yakın davranmıştım ya da şu an hasta olduğu için hormonları bozulmuştu ve sürekli yanında olan tek kadına farklı gözle mi bakmaya başlamıştı?

''Ji An? Burada mısın?''

İrkilerek Soohe'ye döndüğümde dikkatimi çekmek için gözümün önünde elini sallıyordu. ''Sana bir şey soruyorum nerelere daldın gittin?''

Meraklı bakışlarla bana bakan diğer bir kişi de Soohe'nin yanında oturan Jungkook'tu.

Olabildiğince ona bakmamaya çalışarak yerimde kıpırdandım ve hala dün geceyi kafama taktığımı belli etmemek için ''Bana sorduğunuz sorunun cevabını düşünüyordum.'' dedim. Sordukları soru hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.

''Peki ya ne yapmalıyız?''

Gözlerimi kırpıştırıp ''İşte düşünüyorum ama bilmiyorum.'' dediğimde Soohee sinirle iç geçirdi. Tek kaşını kaldırıp ''Birileri gece uyuyamamış sanırım.'' dediğinde Jungkook'un çarpık bir şekilde gülümsedi.

Sakin ol... Sakin ol...

Omuzlarımı silktim ve tekrar Jungkook'a bakmamaya çalışarak ayağa kalktım. ''Ben kahve alacağım. Siz de ister misiniz?''

Siz de ister misiniz? Harikasın Ji An dedim içimden. Oldukça profesyonel davranıyorsun. Böyle devam etmelisin.

Soohee beni kolumdan aşağı çekerek otutturduktan sonra ayağa kalktı ve ''Lütfen ben gideyim.'' dedi. ''Şu sandalye götüme yapıştı. Hem ben kendi işlerimi hallettim geriye sadece seninkiler kaldı."

Soohee beni ateşlere atıyordu. Gitmemesi için yalvarırcasına bakmaya başladım.

"Ben de biraz mola vereyim lütfen."

The One Who Must Leave | JJK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin