Adrian, Clarissa'yı ilk gördüğünde hayatından hiç memnun değildi. Vatanından koparılmıştı, İngiltere'ye gelmek ve burada bir yaşama alışmak zorunda bırakılmıştı.
Avusturya'daki tüm prestiji burada bir hiç olmuş, kimse onların soyadına hürmet göstermemeye başlamıştı.
Avusturya'nın en köklü safkan ailelerinden birisi olarak İngiltere'deki safkanlar ile bağlantı kurmaları zor olmamıştı. Annesi Fawley ailesinin üyelerinden birisiydi ve safkanlar ile fazlasıyla tanışıklığı vardı.
Hogwarts'a başlayıp Slytherin'e yerleştirildiğinde ortama biraz alışmıştı. Onun gibi safkan, kaliteli öğrenciler vardı evin içinde.
Yaşı büyüdükçe bu öğrencilerin arasında dikkatini birisi diğerlerinden daha fazla çekmeye başlamıştı, kendisinden bir dönem küçük olan Blacklerin kızı, Clarissa Black.
O kadar güzel ve nefes kesiciydi ki Adrian anında ona aşık olduğunu fark etmişti. Gösterişli bir güzelliği vardı, ihtişamlıydı. İhtişam arayışında olan Adrian için ise Clarissa muhteşem bir kızdı.
Ne denli zor ve hırçın olursa olsun Clarissa mükemmeldi, bunu hiçbir şey değiştiremezdi kendisi için.
Ufak bir sorun haricinde, kendisini istemiyordu. Clarissa onun yaklaşma çabalarını daima elinin tersiyle itmiş, onu umursamadığını oldukça göstermişti. Buna rağmen yılmamış, çabalamaya devam etmişti.
En nihayetinde kazanan o olmuştu, Clarissa ile evlenmeyi başarmıştı. Öyle ya da böyle, ihtişamına kavuşmuştu Adrian ve mutluluklarına hiçbir gölge düşmesini kabul etmezdi.
Salondaki bir köşede manken üzerinde lanetler uygulayan karısını izliyordu. Sabahtandır bir sağa bir sola lanetler uyguluyor, pratikler yapıyordu.
Manken öne arkaya savrulup en sonunda yan düştüğünde Clarissa derin bir nefes aldı ve asasının bir hareketiyle mankeni kaldırıp dik konuma getirdi.
"Zavallı manken bir insan olsaydı şimdiye iki kere ölmüştü güzelim." dedi oturduğu yerden. Clarissa ona dönmemişti, asası hala mankene dönüktü ancak lanet yollamıyordu. "Mola ver."
Clarissa bir anlığına gözlerini yumup tekrar açtı. İçindeki hislerle baş edebilmek için kendini lanetlere vermişti sabah. İki gün önce Regulus ile konuştuktan sonra zihnine kapanmış, devamlı kendini yiyip bitirmişti.
Dört parçaya bölünmüştü aklı. Bir tarafı Sirius'u ve onun gözlerindeki nefreti hatırlatıp kendisine işkence çektirirken, ikinci tarafı Regulus için korkuyordu, üçüncü tarafı Adrian'dan ve yaşadığı hayattan tiksinmekle meşguldü, dördüncü tarafı ise...
İşte o taraf en çok yer kaplayan tarafıydı. Ela gözleri, onu ilk görüşünü ve ilk görüşün getirdiği geçmişi düşünüyordu. Hiç durmadan, yorulmadan, dinlenme ihtiyacı hissetmeden... Sadece onu düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİMSİN SEN?「Jᴀᴍᴇꜱ ᴘᴏᴛᴛᴇʀ 」
Fanfic𓆩*𓆪 KİMSİN SEN?𓆩*𓆪 James Potter her daim etrafı tarafından içi dışı bir, sadık, neşeli, iyi bir dost, pervasız ve aydınlık tarafın savaşçısı gibi nitelikleriyle tanınmıştı. James'in aynaya her bakışında gördükleri ise... bambaşkaydı. ...