❈18. Bölüm ❈

172 27 22
                                    

Amerika'da altı yıl çalıştım. Ailem ısrarla beni evlenmem için acele ettiriyordu ve acele ettirdikçe daha da sabırsızlaştılar, bu yüzden bir kör randevuya çıkmam için Çin'e geri döneyim diye baskı yapmaya başladılar. O kadar rahatsız olmuştum ki onlara doğrudan kızlardan hoşlandığımı söyledim.

Daha sonra beni ziyarete geldiklerinde onlara yıllardır yaşadığım tüm ilişkileri anlattım. Denemediğimden değil diye söyledim, hatta bir kereden fazla denemiştim. Depresyondan ölmemi istemedikleri sürece artık bir erkekle evlenme ihtimalim yoktu.

Annem birkaç gece boyunca ağladı, babamsa durmadan iç çekiyordu. Birkaç gün kaldıktan sonra gitmek istediler ama gitmeyin dedim. Burada söylenen hiçbir şeyi anlayamadıklarını ve buradayken hem dilsiz hem de sağır olduklarını söyleyerek karşı çıktılar. O birkaç günde annem ve babam birden daha da yaşlanmış gibiydi. Bundan sonraki birkaç yılda bir arada olduğumuzdan çok daha fazla ayrı zaman geçirdik; onları her gördüğümde biraz daha yaşlandıklarını, kalbimdeki suçluluğun da biraz daha derinleştiğini hissediyordum.

Zaman acımasızdı. Ailem bir yana, aynadaki "ben" bile artık daha farklı görünüyordu.

Üniversiteye başlayıp Chen Ruobing ile vakit geçirmeye başladığımdan beri onlardan yavaş yavaş uzaklaşıyordum. İşte o zaman birini gerçekten sevmeyi öğrenmeye başlamış ve ona her şeyin en iyisini -zamanımı, enerjimi ve düşüncelerimi- vermek istemiştim.

Neticede ebeveyn-çocuk ilişkimiz daha da uzaklaşmıştı, otuz yaşıma bastığımda on günden fazla bir süre birlikte kaldık ama annemle babam kendilerini buraya uygun değil gibi hissetmişti.

Sonunda dediler ki, "Neden Amerika'da kalmıyorsun? Burada hayatın daha kolay olacak."

Bunu duyduğumda ağlamıştım, "Eleştirilere kulak asmayan biriyim ve hiçbir şeyden korkmuyorum," dedim, "Çocuk istemiyorum ve o kadar paraya da ihtiyacım yok. Eğer doğru insanı bulamazsam, hayatımın geri kalanını sizinle geçireceğim o halde. Yani olaya iyi tarafından bakmalısınız, benim gibi insanlar kolay bir hayat yaşıyor."

Bu bir veya iki yıl içinde şirketimin Çin'deki işleri artmıştı ve oraya geri dönmek için sık sık fırsatlar doğuyordu. Daha sonra şirkete başvuruda bulundum ve yurt içi bir şubeye transfer edildim. Bir yıldan fazla bir süre bekledikten sonra, otuz iki yaşıma bastığım yıl nihayet Pekin'e dönmüştüm.

Yıllar içinde kazandığım parayı, ailemden çok da uzakta olmayan tek yatak odalı bir daire satın almak için harcadım. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Bu sabah dokuz-akşam beş şeklinde geçen günleri seviyordum. Kendi kendimi kontrol edemediğim için, sabit bir biyolojik saate ihtiyacım vardı. Gündüzleri çalışıyor, geceleri bir şeyler okuyor, kışın hafta sonlarında birkaç arkadaşımla kayak yapmak için Chongli'ye gidiyor ve hafta sonları kalan vakitte bir badminton kulübüne gidiyordum. Temelde yaşamak istediğim hayat buydu. Hayatımın geri kalanını böyle geçirsem hiç dert etmezdim. 

Chen Ruobing'e geri dönüşümden bahsetmemiştim. Bazı insanlar birini unutmanın en iyi yolunun bir hikaye uydurup onu baş karakter olarak yazmak olduğunu söylerdi. O zamandan beri bu yaklaşımı denemiştim ve faydasını görmüş gibiydim, bu yüzden denemeye devam edecektim.

Bir keresinde annem şans eseri, "Geçmişte aynı sınıfta olduğun o zeki kız, şimdi Youyi'nin gastroenteroloji bölümünde bir doktor. Onunla hâlâ görüşüyor musun?" diye bahsetmiş bulundu.

Er ya da geç adını duyacağımı ve onu tekrar göreceğimi biliyordum. Ama bana bu kadar yakın bir yerde çalıştığını bilmiyordum. Bu haber beni biraz endişelendirmişti.

Onu görmek için ilk adımı atmam gerektiğini hissettim. Ne olursa olsun, tek kelime etmeden dönmemeliydim.

Bir cuma günü işten sonra o hastanenin gastroenteroloji bölümüne gittim, kapıdaki hemşireye sordum ve Chen Ruobing'in o gün bulunduğu muayene odasını buldum.

Doktor önlüğü Chen Ruobing'in ince vücudunu sarıyordu ve saçları başının arkasında toplanmıştı. Bir maske taktı, hastayla konuşurken başı eğik bir şekilde tıbbi kayıt tutuyordu. Hasta gidene kadar bir süre kapının yanındaki sandalyede oturup bekledikten sonra oraya doğru yürüdüm.

"Kayıt olmuş muydun? Bugünlük mesaim bitti."

Chen Ruobing bilgisayar ekranına baktı, sesi maske yüzünden biraz boğuk çıkmıştı. Ses tonu yumuşaktı ve ağzından çıkan her kelimeyi duymak biraz çaba gerektiriyordu.

Hareket etmediğimi fark eden Chen Ruobing, başını kaldırdı.

Delicesine çarpan kalbimle, yüzüme sakin bir gülümseme yerleştirmek için elimden geleni yaptım.

Ama onunla göz göze geldiğim an bunda başarısız olmuştum.

Chen Ruobing'in ufak yüzünde yalnızca bir çift simsiyah göz açıktaydı.

Onu hiç böyle soğuk, derin bir kuyuya benzeyen gözleriyle görmemiştim. Kuyunun ağzından bakıldığında sadece saf, dipsiz bir siyahlık vardı.

Karanlık beni olduğum yerde dondururken bir düşünce zihnime hücum etti. 

Chen Ruobing büyümüştü ve artık benimle çikolata yiyen o küçük kız değildi. Küçük bir kızın böyle gözleri olmazdı.

"Sen, sen neden buradasın?" Chen Ruobing ayağa kalktı ve gözlerini kırpıştırdı, o iki su kuyusu gün ışığıyla parlamıştı.

"Ah... seni görmeye geldim."

"O zaman, birlikte yemek yemeye gidelim mi?" diye soran Chen Ruobing kalemini bıraktı ve ellerini birbirine kenetledi, sonra açıp elini kaldırdı ve yüzünün yanındaki serbest saçları kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Tamam, seni dışarıda bekliyorum." Arkamı dönerken başımı eğdim ve onun hastanedeki tüm kızların giydiği türden bir çift beyaz kumaş ayakkabı giydiğini gördüm. Birden onun doktor olmaya gerçekten uygun olduğunu ve buna ondan daha uygun kimsenin olamayacağını hissetmiştim.


***

Chen Ruobing and I [GL]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin