1.5

872 82 82
                                    

Playist:

System Of A Down- Lonely Day...

System Of A Down- Lonely Day

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

2 Ay önceden devam...

Şaşkın gözlerle karşımdaki prensi süzüyor, duyduklarıma hâlâ inanamıyordum. Ciddi ciddi Veliaht Prens beni kıskanmıştı. Yutkundum. Daha doğrusu yutkunmaya çalıştım. Çünkü ortamın havası o kadar yoğundu ki nefes alırken bile zorlanıyor gibi hissettim. İkili bir süre bakıştıktan sonra gözlerini ilk kaçıran kişi çilli adam olmuştu. Önüne dönüp yapmacık olduğu belli olan zoraki bir gülümseme kondurdu. Ardından konuşmaya başladı. Ancak Prens Lee Min Ho, sert bakışlarını ona yollamaya devam ediyordu.

"Sizi görmek de güzel ülkemizin Veliaht Prensi, oldukça değişmişsiniz. Küçükken bu kadar konuşkan değildiniz. Sizi tanıyamadım doğrusu ama benim gibi birisi, sizin tarafından hatırlandığı için çok mutlu oldu doğrusu." Prense baktım ve tepkisini izlemeye başladım. Çilli adama karşılık vereceğini düşündüm ama öyle olmadı. O sadece bana döndü ve baştan aşağı beni süzdükten sonra bakışları ayağımda takılı kaldı. Az önce kaydığım için ters döner gibi olmuştu sanırım. Oldukça acıyordu ve bu yüzden de ağırlığımı üzerine vermemeye çalışıyordum.

Prens, çilli adam ve ben hâlâ onun cevap vermesini beklerken bizle hiç göz teması kurmadan bana doğru ilerledi ve hiç beklemediğim bir anda beni kucağına aldı. Korku ile çığlık atmamak için kendimi son anda durdurabilmiştim. "P-prensim! Ne yapıyorsunuz?" Dedi, düşüncelerime tercüman olurcasına şimdilik bana atanan baş hizmetlim, koşmaktan dolayı nefes nefese kalmışken. O ise sadece," Hemen kraliyet hekimine haber verin, daireme gelsin." demekle yetindi. Ben ise korku ve şaşkınlıkla kollarımı doladığım boynu ile bakışıyordum. Benim arkamdan koşarak gelmiş olan hizmetli ordusuna bakmasam da çaktırmadan bize bakmaya çalıştıklarını ve gülüştüklerini duymamak mümkün değildi. 

Prens ilerlemeye başlamıştı ki arkamızdaki çilli adam kahkaha atarak konuştu. "Şu an gördüm ki hiç de değişmemişsiniz. Ne sessizliğinizden ne de kıskançlığınızdan ödünç vermiyorsunuz hâlâ." Prens yine hiçbir şey söylemeyince başımı fark ettirmemeye çalışarak alttan alttan yüzüne baktım. Hafifçe tebessüm ediyordu sanki? Bu bir kabulleniş miydi? Bakışlarımı bu sefer de prensin omzunun üstünden arkaya yönelttim. Çilli adam gülümseyerek bakıyordu. Hızlıca bakışlarımı kaçırıp tekrar boynuna sokuldum fark etmeden.

"Bakıyorum da kucağıma aldım diye hemen bu durumdan faydalanıyorsun?" Gözlerim kocaman açıldı ve başımı hemen uzaklaştırmaya çalıştım. "N-ne alakası var? Beni kucağınıza almışken nasıl durmamı bekliyorsunuz? Sanki başka yer varmışta-" diyerek saçmalamaya başladığımda elini başımın üstüne koyup tekrar boynuna sokulmamı sağladı. Aynı zamanda da susmama olanak sağladı. "Tamam, bir şey söylemedim say."

Bir süre ikimiz de sustuk. Sadece prensin ayaklarının yere değdikçe çıkan adım sesleri duyuluyordu. Birde ona çok fazla yakın durduğum için nefes alış verişlerini duyuyordum. Yorulmuş olmalıydı çünkü çok sık nefes alıp veriyordu. "Prensim, isterseniz ineyim. Siz yorulmayın. Ben yürüyebilirim, gerçekten. Hem dairenize de gitmeye gerek yok." Telaşla konuşmaya başlayıp hızlıca sözümü bitirdiğimde başını üzerime doğru eğdi. Yüzü yüzüme gölge düşürmüş olmalıydı. Burunlarımız neredeyse birbirine değecek mesafedeydi.

Retrouvailles|Lee Min HoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin