Playist:
Aviva-Princesses Don't Cry...
"İşte, hazırsınız." Yüzündeki memnun gülümsemesi ile beni süzen Seul ile derin bir nefes verdim sıkıntıyla. "Seul, ben gitmesem olmuyor mu?"
"Olmaz hanımım. Bu yemek sizin için düzenlenmişken sizin gitmemek gibi bir seçeneğiniz yok." Dedi elbisemi son kez düzeltirken. Kendimi çok rahatsız hissediyordum. Orada yanlış bir hareket yaparsam hayatım bitebilirdi. Yani biter miydi bilmiyordum ama sorun da buydu işte! Bilmemek. Bilinmezlik! Hiçbir şey bilmiyordum. Dün gece, gece yarısına kadar çalışmıştık. Seul gittikten sonra unutacağımdan korktuğum için sabaha kadar çalışmıştım.
"Çok bitkin görünüyorsunuz." Dedi kaşları çatılırken. "Önemli bir şey değil. Biraz senin öğrettiklerini çalıştım." Beceriksizce gülümsediğimde kaşları daha da çatıldı. "Bakın, sakın fazla kafaya takmayın. Kral zaten hafıza kaybı yaşadığınızı biliyor. Siz sadece fazla ileri gitmeyin. Saygılı olun. Onun dışında hiçbir sorun olmaz. Kendinizi sıkmayın, lütfen."
Bu biraz olsun beni rahatlatırken başımı salladım. Yine de endişelenmeden edemiyordum. "Büyük hanımımız ve bakanımız sizi bekliyorlar." Kapının arka tarafından gelen ince ses ile Seul bana son kez gülümsedi ve kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz arkama iki tane hizmetli kız geçmiş Seul de önden ilerlemeye başlamıştı. Onu takip ederek ilerlemeye başladım ben de. Ellerimi hanbokumun altında birleştirmiştim.
Bir süre sonra evden dışarı çıktık. Avluda anne ve babamı bekliyordu. Onlara anne ve baba demek cidden farklı geliyordu. Değişikti... Birçok asker ve hizmetli vardı. Ben geldiğimde herkesin gözü bana döndü. Sanki gelmesi gereken bir tek ben kalmışım gibi.
Kapı açılıp içeri getirilen at arabasına doğru boş bakışlar atarken kafamda ezberden bir sonraki hamleyi düşünüyordum. Bu at arabasına annem denilen kadınla babam binecekti. Ben ise askerlerin getireceği ve taşıyacağı bir tahtıravanda gidecektim. Aslında annem denilen kadınla bir at arabasına binmem, babamın da ayrı bir at arabasına binmesi gerekti. Fakat büyük hanımımız böyle emretmişler. Göz devirdim. İnsanların beni taşıması garip geliyordu.
Birleştirdiğim ellerimle oynarken bana doğru gelen bir beden fark ettim. Kaşlarım çatılırken yüzüne baktım. Gülümseyerek bana doğru yaklaşan bir adamdı. Saçları siyah ve uzundu. Arkadan at kuyruğu yapmıştı. Üstünde lacivert-siyah renkli bir hanbok vardı ve hanbokunda işlemeler bulunuyordu. Başında ise lacivert bir bandana vardı. Kaşlarım çatık hala bana doğru ilerleyen adama bakarken aramızdaki mesafe azaldı ve hiç beklemediğim bir anda kollarını bana doladı.
Kocaman açılmış gözlerim ve havada kalmış ellerimle ne yapacağımı bilemiyordum. Ezberimde bu yoktu işte...
Bir süre sonra benden ayrılmayınca bir yakınım olduğunu düşünerek sırtını pat patladım garip bir şekilde. "Choi Yeonjun!" Diye gür sesi ile bağıran kadınla irkildim ve o anki dürtüyle ona tutundum. Boyu o kadar uzundu ki yanında minicik kalıyordum. Bir süre sonra ne yaptığımın farkına vararak ondan ayrıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Retrouvailles|Lee Min Ho
FanfictionGözyaşlarım daha fazla yerinde durmayıp, yanaklarımdan aşağı sağanak bir yağmur misali damlarken hiç onları silmeye yeltenmedim ve onun güzel yüzüne utanarak baktım. "Özür dilerim, prensim..." BXG 2021©️Choi_ChaeHee Başlangıç: 05.06.2021 *Tüm hakla...