1.6

141 23 100
                                    

(Bazı rahatsız edici ögeler olabilir. İşaret koyduğum yerde başlıyor, tekrar koyduğum işaretle bitiyor.)

Düğün gününden devam...

Gerginlikle ilerlerken yorgunluktan ölmek üzereydim. Saatlerce hizmetliler tarafından hazırlanmış, saatlerce ayakta kalmış, halk önündeki düğünümüzde vakit geçirmiştim. Bir de bunun üzerine saraya dönünce de geleneksel kırmızı ve siyah renklerden oluşan diğer gelinliğimi ve başıma geçirdiğim büyük tacımsı tokayı takıp dinî nikahımıza hazırlanmıştım. Bu elbiseler önceki hanbokuma göre daha ağırdı ve yorgun bedenim bunu zar zor kaldırıp yürüyordu. Neyseki dinî nikah çok uzun sürmemişti. Yoksa her an yere yığılabilirdim.

Dinî nikah biter bitmez Veliaht Prens ile beraber önce kral ve kraliçe daha sonra ise benim anne ve babamı selamlamaya gitmiştik. Şimdi ise tüm bu törenler ve selamlamalar bitmiş hizmetliler tarafından odamıza götürülmeye başlanmıştım. Uzun ve dar koridorda ben önde hizmetliler ise arkamda olmak üzere yavaş adımlarla odaya ilerliyorduk. Vücudum zaten yorgunluktan bitap düşmüştü, üstüne birde geriliyor olmam canımı daha da acıtıyordu.

Birden koridorun diğer ucundan da Veliaht Prensin geldiğini düşündüğümde kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Her ne yapacaksak yapabilecek miydim? Dayanabilecek miydim? Hiç bilmiyordum tek bildiğim çok korktuğumdu.

Birkaç adım sonra karşı taraftan gelen kişiyi görmemle beraber derince yutkundum. Saatlerdir beraberdik ve bugün bizim düğünümüzdü ama hiçbir şekilde konuşma fırsatımız olmamıştı. Yalnızca birkaç kez birbirimize bakmış ve dinî nikah sırasında konuşmuştuk. Birbirimizin düşünceleri ve duyguları hakkında konuşamamıştık. Mesela konuşsaydık ne kadar heyecanlı ve gergin olup aynı zamanda korktuğumu anlayabilirdi. Ben de belki küçük bir ihtimal de olsa onun ifadesiz suratından anlamadığım duygularını, konuşurkenki sesinin tınısından anlardım.

Prens ile karşı karşıya geldiğimizde aramızda beş adımlık bir mesafe vardı. Tam olarak odanın kapısının önündeydik. Arkamızdaki hizmetliler küçük bir an bile olsa başını kaldırıp bize bakmıyor, saygıda kusur etmiyorlardı. Yavaşça prensin önünde eğilip selam verdikten sonra aynı yavaşlıkta kapıya doğru döndüm. Bu sırada prens de bana küçük bir baş eğmesi verdikten sonra kapıya doğru dönmüştü. Sanki tam eğilse ne olurdu!

Kapının önündeki iki görevli kız diğer hizmetliler gibi başlarını hiç kaldırmadan kapıyı açtı.  Onların açtığı kapının ardında başka bir kapı ve iki tane hizmetli kız daha vardı. Onlar da aynı şekilde kapıyı açtıktan sonra bu kapıdan da içeri beraber girdik ve sonunda odaya ulaşmış olduk. Biz içeri girer girmez kapılar kapanmıştı. İçeriyi elimde olmadan incelemeye başladım. Her yer oldukça sadeydi. Yerde iki minder ve ortalarında küçük bir masa vardı. Bir tane cam vardı ama onun önünde de tül bir perde vardı ve camın baktığı yön boş bir araziydi. Ayrıca camı kapatabilmek yapılmış tahta kapaklar vardı. Minderlerin biraz ötesinde ise bir yer yatağı vardı. Yer yatağı olmasına rağmen ilk gecemiz olduğu, veliaht prens ve prenses olduğumuz için ayrı bir özenle hazırlanmıştı. Rahat görünüyordu.

Prens yerdeki minderlerden birisine oturduktan sonra ben de tedirgin bir şekilde etrafa bakmayı bırakarak karşısındaki yere oturdum ve kucağıma koyduğum ellerimle gerginlikle oynamaya başladım. İkimizden de çıt çıkmıyordu. Bir süre sonra dışarıdan baş hizmetli bize komut vermeye başladı. Bunlar önümüzdeki küçük masadaki yiyecekleri birbirimize ikram etmekle ilgili şeylerdi. Örneğin,"Velihat prensesimiz, lütfen veliaht prensimizin içkisini doldurun." gibi şeylerdi. O kadar yorgundum ki hiçbir şeyi sorgulamadan yapıyordum.

Sonunda tüm her şey bittiğinde baş hizmetli, bu sefer son kez komut verdi. Kapılar kapalı ve odada sadece biz olmamıza rağmen gittiğini hissedebilmiştim. "Veliaht prensimiz, lütfen başlığınızı çıkarın." Demişti.

Retrouvailles|Lee Min HoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin