by the sea | one.

399 26 13
                                    

Tepeden aşağıya doğru koştuğumu hatırlıyorum. Gökyüzündeki bulut kümeleri dağılıyor, güneş kendini gösteriyordu.

Heyecanlıydım.

Ellerim üşüyor, örgümden firar eden saç tutamlarım uçuşuyordu. Boş bir bira şişesine çarpan ayağım yüzünden tökezlemiştim ama durmam için yeterli bir engel değildi. Kumsala doğru yaklaştıkça hızım artıyor, peşimden gelen arkadaşım bana yetişmekte zorluk yaşıyordu.

"Yavaşla, Aurora!"

"Olmaz!" diye bağırdım ona.

Kumsala ulaşmıştım. Limandaki tekne yolcularını indiriyordu. Gözlerim ve meraklı ifademle uzağı izlerken ayaklarım koşmaya devam ediyordu. Ardından teyzemi gördüm. Oradaydı, kırmızı bavulunu fark etmemek imkânsızdı. Ünlü bavulunu hiç değiştirmiyor, adayı her seferinde onunla ziyarete geliyordu.

"Daha yeni geldi zaten." Erin'in nefesi kesiliyor, sesinden belli oluyordu. Adımları yavaşlıyordu. "Hemen kaçıp gitmez, endişelenme."

"Otel yerine bizde kalması için onu ikna etmeliyim."

"Dur..."

"Neredeyse vardık zaten."

İsyan etmiş bir tavırla durdum ve arkama, benden geride kalan Erin'e döndüm. Aramızda tahmin ettiğimin iki katı bir mesafe vardı. Ellerini dizlerine yaslamıştı ve nefesini düzenliyordu. Rüzgârın hızı azalıyor, havanın soğukluğu biraz olsun yerini ılık bir havaya bırakıyordu. Erin için durana kadar ne kadar yorulduğumu fark edememiştim. Ama şimdi nefes aldığım her saniye ciğerlerim rahatsız edici bir şekilde yanıyordu. Ağzım kupkuru, paltomun altındaki heyecan dolu bedenim terliydi.

"Teyzen her sene bir hafta burada kalıyor zaten, Aurora."

"Ama geçen sefer adayı erkenden terk etmişti." diye sızlandım. Hâlâ annem ile barışmamışlardı. Kavgaları beş yıldır devam ediyordu ancak teyzem beni ve büyükannemi görmek için her sene gelirdi. Normalde adanın nemli ve soğuk havasını sevmediğini biliyor, ona hak veriyordum. Ama tuhaf bir biçimde hepimiz buraya bağlıydık.

Köklerimiz yer edinmiş, ailemin her bir üyesini denizin ortasına mahkum etmişti. Uzaklaşmak yardımcı olmuyordu. Teyzem de ne kadar kaçarsa kaçsın, bir gün yolu mutlaka bu küçük adaya düşüyordu. Benim ne zaman gitmeye cesaret edeceğim ise belirsizdi. Ama büyükannem hâlâ zamanımın olduğunu söylüyordu.

"Tembellik etme, Erin!"

Ayaklarım yeniden heyecan ile dolarak koşmaya başlarken, Erin bu kez geride kalmayı istemişti. Limana ne kadar hızlı vardığımı ve bunu yaparken ne kadar dikkat çektiğimi bilmiyordum ancak teyzem keyifli ifadesi ile bana sakinleşmemi söylemişti. Koşup ona sıkıca sarıldım. Geçen doğum günümden beri göremediğim için bırakmıyor, o bana karşılık verdiği sürece kollarımla onu sarmalamaktan vazgeçmiyordum.

"Boyun bir yılda ne kadar uzamış!" diyordu, sevinçli kahkahalarının arasında. Ayrıldığımızda, ellerimi tutup bana baştan aşağıya baktı. Git gide ona benzemeye başladığımı görebildiğini biliyordum. İfadesi, genç haline bakar gibi hayretle dolup taşıyordu. "Aldığım elbise sana çok yakışacak."

"Elbiseden başka şeyler de almış olsan iyi olur." dedim, sahte bir ciddiyet ile. "Senede bir geliyor olman yeterince canımı sıkıyor zaten, teyze."

Karşılıklı gülmeye başladık. Siyah saçlarımız, parlak mavi gözlerimiz ve soluk beyaz tenimiz ortaktı. Ailemin tüm kadınları böyle görünüyordu aslında. Ancak Eva teyzem ve benim kişiliğimizden konuşma şeklimize, giyim tarzımızdan yemek zevkimize kadar çoğu şeyimiz aynı sayılırdı. O nasıl kaçıp gittiyse, bir gün ben de bu adanın dışındaki İngiltere'yi görmek istiyordum.

"Bizimle kalacaksın, değil mi?"

"Annen istemez, Aurora." diyerek kırmızı bavuluna elini attı. "Otel odası benim için daha iyi olur."

"Hayır, izin vermiyorum."

Artık bir çocuk olmadığımı iddia edip duruyordum ama şimdi limanda durmuş, teyzemi ikna etmek için sızlanırken bir çocuk gibi göründüğüme emindim. Tekneden inen diğer kişiler yanımızdan geçip giderken, ben onu ikna etmek için dil döküyordum.

Fakat gözüm birine takıldı.

Tekneden sırt çantası ile inen genç bir adam vardı. Yamuk taktığı beresi ve rüzgarı hissedince kısılan gözleri ile dikkatimi üzerinde tutmaya devam etmişti. Koyu renk bir ceket giyiniyordu. Limana ayak basar basmaz kendisi için bir sigara yakmıştı. Birini arıyor gibi durmuyordu, kimse de onun için gelmemişti. Ama burayı bildiği kesindi. Oyalanmamış, nerede olduğuna bile bakmadan yürümeye başlamıştı. Ama onu burada daha önce hiç görmediğimi biliyordum.

Görseydim, unutmazdım.

Unutulacak birine benzemiyordu.

"Ne tuhaftı, kaybolduğum günü hatırlamak."

🌊

🌊

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
your stories by the sea ➳ matt smith Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin