by the sea | nineteen

187 22 9
                                    

Sanırım umutsuz gözlerle baktığım hayatım, istediklerimi sunmadan önce beni sabırsız kılmayı seviyordu.

Eğleniyor bile olabilirdi. İsterdim ve olmazdı. Dilek tutardım, gerçekleşme ihtimali bir yana dileğim benden her gün daha çok uzaklaşırdı. Çabalardım, sonuçsuz kalırdı. Beni kızdıramayı ya da sadece dalga geçmeyi seviyordu, insanların evren veya Tanrı dedikleri o meşhur kader belirleyici. Beni hiç sevmediğine ikna olduğum anların sayısı bir hayli fazlaydı. Sonra pes etmeyi düşünürdüm. Boşvermeyi, yeni bir yol aramayı planlardım. İşte tam o anda, uzaklaştığını sandığım en büyük isteğim birden karşımda belirir ve sanki o da beni yıllardır bekliyormuş gibi davranırdı.

Hayat, Ekim ayının bize sunduğu o turuncu ve sarı renklerden oluşuyor, solmuş yapraklar gibi dökülmemizi izliyordu. Canlıydı, sıcaktı ama umut edilen baharın sonuydu. On altı yaşındaki Aurora'nın hayata bakışı, Ekim ayı gibiydi. Şimdi ise sonbahar ve kışın ardından gelecek yeni bir baharı düşünen başka bir Aurora vardı. Artık sonbaharı seviyordum.

"Sırılsıklam oldum!" dedim koşmaya devam ederken. Yağmurluğumdan akan su damlaları pantolonumu ıslatıyordu.

Kaldırımdaki çukurda biriken su birikintisine basıp zaten ıslak olan üzerimize daha çok su sıçramasına sebep oldum. Yanımda koşan Matt gülüyordu. Çantasını başının üzerine koymuş, sözde sağanak yağmurdan korunmaya çalışıyordu. Ancak siyah paltosu çoktan su damlalarına teslim olmuştu. Hemen ardımdan sokağın köşesini döndü. Sokak lambasının yanında bana yetişti.

"Bayan Harrison izin verecek mi?" diye sordu, yağmurdan dolayı sesi boğuk çıkıyordu. Biraz bağırmıştı.

"Kitabını okuyor." dedim keyifle. "Son günlerdeki favori yazarını evinde görmekten memnun olur."

Donuyordum. Ellerim soğuktan kızarmış, parmaklarım uyuşmaya yüz tutmuştu. Ama yine de gülüyordum. Çünkü tüm öğleden sonrasını Matt ile birlikte kütüphanede geçirmiştim ve yeni kitabı için benimle çalışmaya karar vermişti. Sanırım o da benim gibi bahane arıyordu ve elindeki en iyi sebebi kullanmayı seçmişti. Vakit geçirmek için ufak bahaneler yeterli oluyordu. Kütüphanenin kapanış saati gelince, onu kaldığım eve davet etmiştim. Gelmeye dünden hazırdı.

"Sütlü çay eşliğinde bana gençlik anılarını anlatır mı dersin?"

"Sabaha kadar uyanık kalabilirsen eğer, Bayan Harrison'ın, senin yeni kitaplarına konu olacak çok macerası var. Bazılarını dinlemiştim."

Matt evin önüne ulaştığımız sırada bunu ciddi ciddi düşünüyordu. Ona gülmüştüm. "Bayan Harrison'ı hangi bilimkurgu karakterine uygun gördün acaba?" diye sorarken anahtarımı çevirdim. Kapı açılıp dışarıya evin sıcak havası ve yemek kokuları kısa bir anlığına sızdığında, Matt tuhaf bir duygu olduğunu söylemişti.

Tuhaf olanın ne olduğunu merakla sorduğumda, evde olmak demişti sadece.

Birlikte içeriye girdik ve ardımızdan kapıyı kapattım. Islak kıyafetlerimiz ve çantalarımız ahşap zemine ardı ardına su lekeleri bırakırken, çamurlu botlarımızı aceleyle çıkartma yarışına girdik. Matt'i şakayla karışık itip askılığa tutundum ve botumu tek ayağımdan çıkarttım. O da benimle yarışıyordu. Ama garantiye almıştı, yere oturup hızlıca bağcıklarını çözüyordu. Ben diğer ayağımdaki botu çıkartmaya çalışırken, o işini halledip ayağa kalkmıştı ve intikam için koluma hafifçe vurup zaten iyi olmayan dengemi bozmuştu.

"O çamurlu ayakkabılar hemen temizleniyor." dedi Bayan Harrison.

Kapıya sırtımı yaslayıp çıkarttığım diğer botumun ardından merdiven başında duran yaşlı Bayan Harrison'a gülümsemiştim. Matt benim yerime hemen temizleyeceğimizi söylemişti. Daha önce uğramış olsa bile onun için yabancı bir evdi ve kimseyi rahatsız etmek istemeyen şapşal hâli, mideme bir kelebek yuvası yapmıştı. Kanatları karnımı gıdıklıyordu kelebeğin. Matt ve onun ıslak saçlarını düzeltmeye çalışırken ev sahibime güvenilir bir adam imajı vermeye çalışan suratı da bu hissin sebebi olabilirdi.

your stories by the sea ➳ matt smith Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin