Melanie'nin yerine kendimi koymaya çalışıyordum.
Sarı saçlara ve o saçların arasında dolaşan nazik erkeğin ellerine sahipti. Karşımda Matt'i öperken neler hissettiğini tahmin etmek de zor değildi. Ama sadece düşünmek ile yetinmek, hissetmekle aynı derecede iyi gelmiyordu bana.
Anneme inat edeceğim diye buraya hiç gelmemeliydim. Onların geleceğini öğrenir öğrenmez bir bahane bulmalı, kendimi hiç bu duruma düşürmemeliydim. Ama yaptım işte. Matt'in adını duyunca geriye kalan tüm olasılıkları göz ardı ettim ve adanın öbür tarafına, Erin ile birlikte geldim. Yanımızda Jack Jr. ve kız arkadaşı, Katherine ve şu anda izlemek zorunda kaldığım ikili vardı.
Otobüsten indiklerinden beri elleri birbirine kenetli olan Matt ve Melanie, uğradığımız her köşede kendileri için zaman yaratıyorlardı. Sinemada film yerine yan bir gözle onları izlemiş, kendime acı çektirmek için Matt'i başka birinin öptüğünü kendime hatırlatmayı ihmal etmemiştim. Dolaştığımız hiçbir dükkânı hatırlamıyordum. Uğradığımız kitapçıdan bile bir şey almamış, sadece surat asmaya devam etmiştim. Evde işler biraz karışık bahaneme sığınarak Erin'in sorularını da savuşturmayı başarmıştım.
Kızgın olduğumda daha da parlak bir hale geldiklerini bildiğim gözlerimi sadece Melanie'den nefret etmek için kullandım.
Yanlış olduğunu biliyordum.
Ama yine de ondan nefret etmek istedim ve ettim. Zihnimde beni engelleyecek kimse yoktu.
"Ben bir sıcak çikolata daha alacağım." diyen Erin, karşımdaki sandalyeden kalktı ve bana da isteyip istemediğimi sordu. Önümdeki fincanın hâlâ dolu olduğunu görünce sadece kendisi için almaya gitti ve beni masada yalnız bıraktı.
Son yarım saattir, sokaklarda dolaşıp yeterince üşüdüğümüz için bir kahve dükkânına oturmuştuk. Ancak sadece Erin ve ben dükkânın içindeydik. Diğerleri kapının önünde sigara içerek sohbet ediyor ve muhtemelen bizi ekmeyi planlıyorlardı.
Cehenneme kadar yolları olduğunu duymak isterlerse söyleyecek kadar kızgındım. On altıncı yaş günümden nefret ediyordum, ve ondan. Sigarası bitince diğerlerinden ayrılıp içeriye giren ve bana doğru yaklaşan o genç, misafir adamdan.
"Ne içiyorsun?" diye soran Matt, karşımdaki boş sandalyeye oturdu. Mavi bir kazağı vardı. Üzerinde olması gereken ceketi ise şu anda Melanie'nin omuzlarında duruyordu.
"Sıcak çikolata."
Matt, biraz geriye dönerek sipariş veren Erin'e seslendi ve bir sıcak çikolata da ona almasını istedi. Tekrar bana döndüğünde, cebindeki bozuk paraları çıkarmakla uğraşıyordu.
Ani bir soru sordum. "Ceketini başkalarına vermeyi seviyor musun?"
"Sadece güzel kızlara." dedi. Sonunda masaya birkaç bozukluk çıkardı.
Soğumaya yüz tutmuş çikolatamı yudumladım. Evdeki sebebini bir türlü öğrenemediğim kavganın yükünü, Matt'e duyduğum ilgiye yükleyerek kendi kendimi gaza getirdiğimin farkına daha sonra varacaktım ama orada, karmaşık duygularımın ortasında, denizdeki başı boş bir tekne gibi sürüklenirken Matt'e kızgın olmaktan tuhaf bir zevk alıyordum. Fark etmesini ve beni güldürecek bir şeyler söylemesini diledim. Ama üzerine alınmak için bir sebebi yoktu. Ben bir sebep değildim.
"Sıcak çikolatanız, Bay Smith."
Erin, yapmacık bir gülümseme ile masaya fincanı bıraktı ve Matt'in ona verdiği bozuklukları cebine atıp dışarıda olacağını söyledi. Normalde istesem beni asla yalnız bırakmazdı ama şimdi Matt ile yalnız kalmamı sağlıyordu. O gidince, ellerimle oynamaya devam ederek oturdum. Matt'in de onlara katılacağını düşünüyordum, böylelikle benim de kaçmak için bahanem olurdu.
"Ne düşünüyorsun?"
Ona baktım. Neden şimdi bunu soruyordu? "Hiçbir şey."
"Evdeki can sıkıcı olaylar her zaman geçiyor. Çok düşünme."
Doğru tahmin etmişti.
"Umarım." diye mırıldandım.
"Kızmana değmez."
Gözlerimi ondan ayırmadan çikolatadan birkaç yudum daha aldım. Oturduğu yerde kıpırdadı. Sanki bir şey dikkatini çekmiş gibi masanın üzerine hafifçe eğilmiş, bana dikkatle bakar olmuştu. Yüzümde bir şey mi var diye endişe etmek üzereydim ama neyse ki çabuk konuştu.
"Daha önce hiç Londra'ya gittin mi?"
"Hayır."
"Garip." dedi, dalgın ifadesiyle bana bakmaya devam ederken. "Seni bir yerde gördüğüme neredeyse eminim."
"Daha yetişkin halim gibi mi?"
Bir an için düşündü. "Sanırım."
"Teyzemi görmüş olmalısın. Tek yumurta ikizleri kadar benzeriz."
"Gerçekten garip." diye söylendi.
"Benziyor olmamız mı?"
"Evet."
"Ben seviyorum. Gelecekte nasıl görüneceğimi erkenden öğrenmek gibi. Ama umarım hayatımız farklı olur."
"Neden öyle söyledin?"
"O yalnız biri ama ben yalnız olmak istemiyorum."
Bir şey söyleyecek gibi oldu ama ufak bir gülümseme ile tavrını gölgelemeyi tercih etmişti. Daha fazla konuşmak yerine oturup fincanın dibini görene kadar sıcak çikolatalarımızı içtik. O benim dışımdaki her noktaya merakla bakarken, ben onu izledim. Sonra diğerleri yanımıza geldi ve Melanie, ceketini Matt'e geri verip yanağına teşekkür olarak bir öpücük daha kondurdu. Erin ve Katherine ile birlikte alışveriş yapacaklarını söylemişti. Ben onlara katılmadım. Üçü birlikte bizden ayrıldılar ve teyzeme gitmekle, Matt'in etrafında olmak arasında kaldım.
Acı verdiği halde Matt'i tercih ettim.
Jack Jr. ve kız arkadaşı önden yürürken, yağmurun vaktini hesaplamaya çalışan ve bunu yaparken çocuk gibi gökyüzüne bakarak yürüyen Matt'in bir adım gerisindeydim. Geri dönmeden önce kumsala gidiyorduk.
"Bana ilgi duymadığını biliyorum ama meraklı gözlerinle beni izleyişin, sanki geçme ihtimalimin olmadığı bir sınav gibi. Senden de düşük not aldığımı anlamak zor değil."
🌊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your stories by the sea ➳ matt smith
Short StoryEn yakın arkadaşım onun için 'tuhaf biri' ifadesini kullanmıştı. Ama benim için deniz gibiydi. Ona tutunmam imkânsız, yarattığı dalgalarda boğulmam ise kaçınılmazdı. ❝Ben bir deniz kızıyım, o gece sana gülümseyen ve dalgalarda yalnız dolaşan.❞ matt...