Bilgisayar ekranına boş boş baktığım on ikinci dakikanın içindeydim.
Yarına yetiştirmem gereken kısa hikaye ödevim vardı ve ben henüz ne hakkında yazmam gerektiğine bile karar vermemiştim. Her seferinde başka bir kelime yazmış, devamını getiremeyince silmiştim. Şimdi ise tamamen boş bir sayfadan ibaretti bilgisayar ekranım.
Hikaye yazmam için ilk önce belirli bir duygu durumuna sahip olmam gerekiyordu. Beş gün önce olsaydı, Matt'i düşünerek romantik bir hikaye ortaya çıkartabilirdim. Dün yazmaya başlamış olsaydım, kalbimin kırıklığı yansırdı cümlelere. Ancak bugün, bir anda hislerim yok olmuştu. Robot gibi davranıyor, düşünmüyor veya odamın dışına adım atmıyordum.
Geçtiğimiz iki gün içerisinde Matt ile irtibat kurmamıştım. Daha doğrusu benim tarafımdan bir çaba yoktu. O mesaj atıyordu. Ben ise kalıplaşmış cümlelerle ona yanıt yazıp, Aurora gibi davranmıyordum.
Pub'da buluştuğumuz akşam, masaya geri dönmesini beklemeden ortadan kaybolduğum için o gece beni birkaç kez aramıştı. Ancak telefonlarını yanıtlamak yerine, sabaha karşı kısa bir mesaj atıp iyi olduğumu ve o gidince okuldan bir arkadaşımla mekândan ayrıldığım yalanını uydurmuştum. O gece beni merak etmiş olması ilginçti. Julie'den fırsat bulup masaya geri dönmesini bile beklemezdim. Ama Matt, tahmin ettiğimin aksine benim yalan söylediğimi biliyordu ve tutarsız davranışı için özür dilemişti. O sabaha karşı yeterince rahatsız hissediyordum zaten ve onun özrüne karşılık hiçbir şey yazmamıştım.
Soho'daki başka bir barda sarhoş olmuş, benim yaşımda genç bir çocukla biraz sohbet etmiş ama evine gitme teklifini kabul etmeden kendimi yine sokakta yürürken bulmuştum. Teyzem eve dönmem için beni sabah saatine kadar pencerenin önünde beklemiş, hiçbir şey sorma ihtiyacı duymadan hayal kırıklığımı yüzümden anlamıştı. Beni soru yağmuruna tutmadığı için onu seviyordum. Anlatmak istediğim zamanı bekleyeceğini söylemişti.
Dün Manchester'a gitmek için Londra'dan ayrılan teyzeme, o trene binmeden önce Matt'i nasıl unutabileceğimi sormuştum. Fakat onun da kesin bir cevabı yoktu. Zaten kendisi bile bunu başaramamıştı.
"İlk cümleyi yaz, Aurora." dedim kendi kendime. "Ona veda ettiğini düşün sadece."
Ama başım ağrıyordu. Dirseğimi masaya yaslayıp tek elimle başımı ovuşturdum. Çalışma masamın önündeki pencere bana yine gri bir gökyüzü sunuyordu. Sabah biraz yağmur yağmıştı ama şimdi ortalık durulmuş gibiydi. Matt'in gökyüzünü izlerken yaptığı ifadesini hayal ettim. Ona hoşçakal derken ilk cümleye nasıl başlamam gerektiğini düşündüm ama hayal etmesi bile kalbimde keskin bir ağrıya sebep oluyordu.
Sonra odamın kapısı tıklatıldı.
Sandalyem ile birlikte kapıya doğru döndüm ve seslendim. "Bayan Harrison, girebilirsiniz."
Kapıyı yavaşça açan ve kafasını içeriye uzatan kişi Bayan Harrison'ın kızıydı. "Ödevini bitirdin mi?"
"İyi gitmiyor." Gülümsemeye çalıştım.
"Biraz ara ver o halde."
"Mutfakta yardım mı lazım?" diye sordum ve yerimden kalkmak için hamle yaptım. Şu an Bayan Harrison ve kızıyla sohbet etmek ve mutfakta vakit geçirmek dışında hiçbir şey kafamı dağıtmamı sağlayamazdı.
"Hayır, misafirin var." dedi. "Genç bir adam, adının Matt olduğunu söyledi. Aşağıda seni bekliyor."
Yerimden kalkma hamlem bir anda değişmiş, tekrar sandalyeme yapışmak istemiştim. "Burada mı?"
"Kapının önünde. Geçenlerde bahsettiğin adam oydu, değil mi?"
Çalışma masama doğru döndüm ve ellerimle yüzümü kapatarak birkaç saniye nefesimi tuttum. Kaldığım yere gelecek kadar ne konuşmak istiyor olabilirdi? Daha doğrusu, ben onunla konuşacak durumda mıydım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your stories by the sea ➳ matt smith
Short StoryEn yakın arkadaşım onun için 'tuhaf biri' ifadesini kullanmıştı. Ama benim için deniz gibiydi. Ona tutunmam imkânsız, yarattığı dalgalarda boğulmam ise kaçınılmazdı. ❝Ben bir deniz kızıyım, o gece sana gülümseyen ve dalgalarda yalnız dolaşan.❞ matt...