by the sea | ten

130 17 11
                                    

Adanın öbür tarafında, kumsalın hemen ortasında tahtadan bir ev vardı. Eski balıkçıların yaptığı ama artık kullanmadığı, kulübe gibi iki odalı bir tahta yığınıydı.

Eve dönüş yapmadan önce tekrar kumsala uğramıştık ancak hava durumu tahmini haklıydı. Önce kumların üzerine teker teker damlalar düşmeye başladı. Matt, bu sefer İskandinav mitolojisinden örnek vererek Thor'dan kaçmalıyız demişti. Haklıydı. Aniden, şiddetli bir yağmur bastırmıştı ve dört kişi o kulübeye sığındık. Ortalık durulana kadar kapalı bir yerde kalmak en iyisiydi.

"Sikeyim, sırılsıklam oldum!"

Jack Jr.'ın haklı isyanı, bizim için de geçerliydi. Montlarımızdan sular damlıyordu. İçeriye girer girmez soluklanmaya başladık. Matt kulübenin kapısını kapattı ve ıslanıp alnına yapışan saçlarını geriye attı. Benim kadar olmasa da üşüdüğü belliydi. Hızlıca hareket ederek tahta kulübenin sahip olduğu tek oda kapısına doğru yöneldi. O sırada ortada dikilmiş, gözlerimle onu takip ediyordum. Avuç içlerime sıcak nefesimi üfleyerek ısınmaya çalışıyor, kulübeye bakınıyordum.

Çatının bir köşesinden içeriye su damlıyordu. Sızıntı yapan çatıdaki deliğin altında ise yarısı dolmuş bir kova vardı. Bizden başkaları da yakın zamanda buraya uğramış olmalıydı. Pencereler bozuktu, birinin bantla sarılmış etrafından içeriye soğuk rüzgar ıslık çalarak giriyordu. Pencerenin altında tek bir tezgah, tezgâhın üzerinde ise kirli bardak ve tabaklar vardı.

"Burada biri yaşıyor mu?" diye sordum.

Jack Jr. cevapladı. "Hayır, arada uğrayanlar oluyor ama burası başıboş bir yer." dedikten sonra ıslak montunu duvardaki çiviye astı.

Kız arkadaşı ise saçındaki suyu sıkmakla uğraşıyordu.

"Battaniye ve iki yataktan başka bir şey yok." Matt, elinde üç battaniye ile odadan geri çıkmıştı. Battaniyeleri kuru olan yere bıraktı. "Ama yataklar leş gibi kokuyor."

Jack Jr. hızlıca battaniyelerden birini alarak üzerine sarmış ve bir köşeye oturup buraya tıkılı kaldığımızla ilgili şikayet etmişti. Matt ona mızmızlık yapmamasını söyleyip dalga geçti.

Ardından bana dönmüştü. "Aurora, montonu çıkar ve sen de bir tane battaniye al."

Islak montumu hâlâ çıkarmadığımı fark etmemi sağlamıştı. Hızlı davranıp onun gibi montumdan kurtuldum ve duvarlarda olan başıboş çivilerden birine astım. Saç uçlarımdan damlayan sudan kurtulurken, göz ucuyla Matt'e baktım. Ayakkabılarını kurulmaları için çıkartıyordu.

Birkaç dakika sonra hepimiz bir köşedeydik. Yağmurun üzerimize bindirdiği yorgunluk hissine teslim olmuş durumdaydık.

Matt, terk edilmiş kulübenin hayaleti hakkında bir hikaye anlatmıştı. Hikayeye göre bu oğlan, sevilmediği için kaçmış ve kulübeye sığınmıştı. Ama yalnız deniz onu kandırmış ve dalgaların arasında son nefesini vermesini sağlayarak onun ruhunu bu köhne kulübeye hapsetmişti. Hikâyesi bu kadardı. Ben daha fazlası için beklentiye kapılmışken, o mutsuz sonu kabul etmişti.

Sessizlik bir süre kulübeye hakim oldu, benim zihnim hariçti.

Kız arkadaşı ile birlikte en köşede oturan Jack Jr., yerel bir şarkıyı mırıldanıyordu. Gözleri kapalıydı. Kız arkadaşı çoktan ona sokulmuş, sıcak kolların arasında sakin ifadesiyle gözlerini kapatmıştı. Matt, battaniye altında uzanıyordu. Esnedikten sonra uzanmaya karar vermişti. Sırtı bana dönüktü. Aramızda iki kişinin daha girebileceği kadar boşluk vardı ve bu mesafe, havadan daha çok üşümeme sebep oluyordu. Sırtımı tahta duvara yaslayıp, kendimi battaniye ile sardım ve Jack Jr.'ın şarkısını dinleyerek pencereye vuran yağmur damlalarını izledim. Şimşek çakıyor, gökyüzü kara bir grilik ile doluyordu.

Deniz Tanrısı ile Şimşek Tanrısı sert bir kavgaya tutuşmuş olmalıydı.

On dakika sonra şarkı biteli çok olmuştu. Jack Jr'ın horlaması kulübede yankılanıyor, şimşek sesine karışıyordu. Uyuyorlardı. Rutubet kokulu eski balıkçı kulübesi, uyumak için en ideal yer değildi belki ama tüm dünyadan korunuyor gibi hissettirecek kadar yoğun bir havaya sahipti. Gövdesi, sakin nefesi ile hareket eden ve yüzünü göremediğim Matt'e doğru çevirdim gözlerimi.

Ona sarılma isteğimi göz ardı etmek için on dakika daha pencereden dışarıyı izlemiştim ama düşüncenin zehri, bir su yılanı gibi kıvrılmıştı aklıma.

Yavaşça uzandım ve battaniyenin altına kendimi sakladım. Utanıyor, yapmak istemediğimi söylüyordum. Ama neden kendimi kandırmak zorundaydım? Aramızda olan iki kişilik mesafeyi, yavaşça yerde sürünerek aştım ve tahta zeminin gıcırdaması kesildiği sırada onun hemen arkasına uzandım. Tenim hâlâ buz gibiydi. Elimi uzatıp yumuşak kazağının üzerinden sırtına dokundum. Kıpırdamadı, uyuyor olmalıydı hâlâ. Bu bana daha çok cesaret verince, yavaşça ama gerçekten yavaşça bir hamleyle gövdemi sırtına yasladım. Yüzümü dokundurdum. Sıcaklığı hızlıca ele geçiriyordu. Bana dönüp sarılmasını hayal ediyordum ama o hâlâ uyuyordu. Yanağımı yaslayıp orada öylece kaldım. Üşüyen elim sanki ona aitmiş gibi hareket etti, yavaşça üzerine tırmandı ve sarılıyor gibi karnında durdu.

Ve onu uyandırdım.

Bedeni biraz kıpırdamıştı. Bana dönüp ne yaptığımı sormasını, hatta kızmasını bekleyerek kendimi en kötüye hazırladım. Ama o yapmadı. Sakince nefes aldı. Kolu hareket etti, karnının üzerinde duran soğuk elimi tuttu ve onu sıkıca kavrayarak ısıttı. Hiçbiri şey demedi. Sırtına sarılmama izin vermişti ve tekrar uyurken, elimi tutmaya devam ediyordu.

Dünya yok olsa ve ben o anda takılı kalsam diye bir dilek tuttum. Ama uyanacaktık. O yine Melanie'nin yanına gidecekti ve ben de dalgaların arasında savrulacaktım.

Neyse ki yüzme biliyordum.

"İlk kez aşık olmuş bir kızı, karşılık bulduğuna inandıracak kadar kibar bir adamsın. Bir an için beni gerçekten sevdiğini sanmıştım."

🌊

🌊

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
your stories by the sea ➳ matt smith Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin