Bu dünyada insan oğlu kadar acımasız, vurdum duymaz, bencil, kindar, inatçı ve de nefret dolu bir varlık daha tanımıyorum.
Birini anlamaya çalışmak, onu dinlemek çok mu zor?
Evet...
Bazı insanlar için kendi isteklerinin gerçekleşmesi başka birinin mutluluğundan ve özgürlüğünden daha önemli bu yüzden evet zor. Bahsi geçen kişi kendi kanından olsa bile.
İşte bizim kızımızın başına gelen de bu. Kendi düşüncelerinde her şeyi onun için yapıyorlar ama bu sırada aslında kendi isteklerini gerçekleştirdiklerini ya görmezden geliyorlar ya da uyutuyorlar- ki bence ilk seçenek daha doğru çünkü bencillik bazen insana çok tatlı gelebiliyor.
Benim isteklerim, benim düşüncem, benim sözüm.
Peki bu düşünce değişince ne oluyor? Geriye ne kalıyor?
İyi bir insansa eğer geçte olsa fark ediyor yanlışını. Ama bu yaşayacağı şeyi hafifletmiyor.
Pişmanlık. Vicdan azabı.
İnsanı içten-içe yoran ve tüketen ikiceza türü...
Peki ya yapılan bencilliğin bedelini kim ödüyor? Sadece pişmanlık yaşayan mı? Yoksa bencillik uğruna feda edilen mi?
Hep bir soru işareti, hep bir azap. Kimin daha çok acı çektiğini bilmediğimiz bir yaşam, yapılan yanlışların bedelini hem suçlunun hem de suçsuzun ödemesi gereken bir hayat.
İşte küçük kızımız bunun bir örneği.
Daha haberini bile hazmedemediği gerçeğin ona yaşattıkları...
O gecenin ona getirdikleri. O gece küçük kız bir şeylerin farkında olmasına rağmen inkar etti. "Ben daha küçüğüm... olmaz ki. Anne babam izin vermez ki... Hayır, hayır bir şey olmayacak. Merak etme küçük kalbim...bir şey olmayacak..." diye kendi kendine sayıkladı. Ve gece uykusuzlukla bitti. Sabah oldu. Güneş her tarafı aydınlattı. Küçük kızın dile getiremediği şey gerçekleşti.
O gecenin sabahı dört gün içinde onu istemeye geleceklerini, yüzünü görmediği, adını bile bilmediği biri ile evleneceğini ve itiraz etmeyede hakkı olmadığını öğrendi. Ve bunu öğrendiği zaman başından aşağı kaynar sular döküldü. Hiçbir şeyi idrak edemeyecek hâle geldi. Herkes tatlı bir telaş içindeyken küçük kız ve melek kan ağladı.
Küçük kız bir çok şeye ağladı. Melek ise küçük kızının gözleri önünde yavaş yavaş yok oluşuna...
Ama bununla da bitmedi. Ne hayat ne de insanlar küçük kıza acımadı. Daha bunları hazmedemeden istemeye geldikleri gün nişan tarihini de belirleyerek gittiler evden.
Onlar gittikten sonra ise hiç görmedikleri bir kıyamet başlattı küçük kız...
Bağırdı çağırdı, yakıp yıktı. Gözyaşları lanet eti herkese ama en çokta kendisine. Doğdu için, yaşadığı için lanet etti. Küçük kız yine kendini suçladığı günlere geri döndü ama bu sefer...zararı yalnızca kendisine değil herkese verdi.
Küçük kız bir kış başlattı. Dondurucu bir buzul çağı. Artık onunla göz göze gelmekten bile çekinir oldular. Çünkü gözleri hiç olmadığı kadar soğuk, ruhsuz, boş ve de acımasız bakıyordu.
Etrafındakiler artık ondan korkar hâle gelmişti. Çünkü onu yalnız bıraktıkları an bir şeyler yapacağını biliyorlardı ve bu yüzden onu asla yalnız bırakmıyor, hep göz kulak olmaya çalışıyorlardı-ki asıl endişeleri küçük kız değil, kendi isimleri ve itibarları. Ama yine de haksız sayılmazlardı.
Çünkü ölüm kokuyordu küçük kız...
Aslında bu koku onun için yabancı değildi. Ama şimdi herkes duyuyordu bu kokuyu. Buna rağmen geri çekilmiyor, sözlerinden dömüyorlardı. Ve sanki inadına yapıyorlarmış gibi nişana çok az kala bir zamanda ise evleneceği kişinin fotoğrafını gösterdiler... Küçük kız gözlerine inanamadı.
Ondan çokca büyük ve de onun için çokca yaşlı...
On altısına yeni giren bir kız çocuğu ve otuz otuz iki yaşlarında biri...
Delirdi. "Bir ben mi görüyorum bu yanlışı ha?! İstemiyorum! Anlamıyor musunuz?! İstemiyorum!.."
"Ben daha çocuğum..."
"Çocuk..."
Yaşını almış insanlar değil de bir tek o biliyordu bu yaşta böyle bir sorumluluk üstlenemeyeceğini. Küçük kızı göz göre göre ölüme sürüklüyorlardı. Artık kalp için olan sakinleştirici ilaçlardan almaya başladı. Çünkü kalbi öyle bir çarpıyordu ki hem elleri, hem dişleri hem de dizleri titriyordu. Sonrası zaten baygınlık...
İçindekiler artık çok ağır gelmeye başlıyordu. Üstüne üstlük kafasının içindeki sesler de bir türlü susmak bilmiyor onu daha da delirtiyordu. O yüzden Küçük kız derdini geceye anlattı.
"Ben... Ben hiç iyi değilim. Ve bunun gayet de farkındayım. Yok oluyorum. Artık canımı daha fazla yakamazlar diye düşünürken şimdi... şimdi içimde tarifi olmayan bir acıyla yalnız kaldım...
Canım o kadar çok yanıyor ki, aldığım her nefeste ruhum bedenimi terk edecekmiş, kalbim yerinden sökülecekmiş gibi hissediyorum. Lütfen... lütfen artık dursun bu acı. Çünkü ne geçiyor, ne eskiyor ne de azalıyor...
Bir kalbim olduğunu bile düşünmezken şimdi... şimdi yerinden sökülüyormuş gibi çarpması... acıtıyor.
Ben Küçük kız. Ebeveynleri olduğu halde öksüz kalan bir çocuk...Ah merak etme Meleği'mi unutmadım ama onun kanatları yaralı yanıma gelemez ki. Bana ulaşamaz...
Artık çok geç...
Zihnimde ve ruhumda koskoca bir enkaz taşıyorum biliyor musun ay?
Şimdi niye böyle konuştuğumu merak ediyorsundur. Söyleyeyim...
Evlendiriliyorum. Zorla...
İstemiyorum, canım acıyor, kalbim sıkışıyor...
Lütfen... lütfen bir mucize olsun ve bitsin bu acı yoksa benden geriye ne kalır ya da bir şey kalır mı bilmiyorum..."
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Aynaya baktığımda gördüğüm tek şey hiçbir şey... çünkü benden geriye bir şey bırakmadınız...