5|Yakıcı yağmur

112 11 3
                                    

Yalnızlığın yükü gecenin omuzlarında idi. Gece ile dertleşmeyi seçmişti yalnızlık.
Siz insanları anlayabiliyor musunuz? Ben bayan Hwasayı her gün anlamaya çalışıyor, mükemmellik takıntısının nasıl ona geldiğini bulmaya çalışıyordum. Her insan kötü şeyler yaşardı. Yaşadıkları şeyler kırık cam parçaları kadar küçük olsada bir kesik gibi büyük bir iz bırakırdı.
Yara geçerdi ama siz o yaranın nasıl oluştuğunu asla unutmazdınız.
Belki de bayan Hwasaya ön yargılı yaklaşıyordum ama ne zaman böyle düşünsem bana yanıldığımı kanıtlıyordu. Moralimi bozmamaya özen gösterdim ve arabayı şirketin önünde durdurdum.

Wife şirketinin önündeydim. İşe başlamadan önce elbise fotokopilerini Kim Jisooya bırakacaktım. Kartımı okuttuktan sonra asansöre bindim ve odamın katına çıktım.

Topuklularımın sesiyle yankılanan koridorda yürürken tzuyu ile karşılaşmamla duraksadım.
"Günaydın Jennie"

Eskiden bayan veya hanım derdi ama neyse. Aramızda çok büyük bir kariyer yoktu ayrıca Tzuyu'nun samimiyetinede ihtiyacım yoktu.
"Günaydın Tzuyu. Nasılsın? Bayan Jisoo odasında mı?"

En azından ondan daha naziktim. Aramızda bir rekabet varmış gibi bakan gözlerinden iğrenerek sırtımı dikleştirdim. Hadi ama Tzuyu. Eşit değiliz.

"İyiyim. Evet odasında ama önce seninle bir şey konuşmam gerek. Gel benimle"

Eliyle kavradığı bileğime baktım. Hiç durmadan beni kullanılmayan personel odasına doğru sürüklerken saniyeler geçti. Durduğumuzda bileğimi onun elinden çektim.
"Ne yapıyoruz burada? Ayrıca sen ne yaptığını sanıyorsun?"

Yaptığı hareketler dostça veya iş arkadaşı tavrında değildi. Bana hırsla gülümsedi ve kapıyı ittirerek benide odaya getirdi.

Eliyle karanlık odayı gösterdi. Aramızda boy farkı çok azdı bu yüzden direkt karşıma gelerek gözlerime baktı.

"Bak Jennie. Bir şey fark ettin mi? Burada hiç kamera yok. Beni söylediklerimden sonra tehtid edebileceğin bir şeyde yok."

Çok ciddiydi ve o söyledikten sonra fark etmiştim gerçekten hiç kamera yoktu. Yeni bir personel odası yapıldığı için burayı boşlamış olmalılardı. Omuzlarımdan tutup beni duvara yasladı.

"Kim Jisoo'nun kaç kişi altında olmak isterdi biliyor musun? Ne hikmetse son günlerde odasına bir tek sen giriyorsun. Her seferinde Jennie Jennie Jennie. Sen bu şirkete yeni geldin ve emin ol kimse seni doğru düzgün sevmiyor bile! Yerinde olsam işlerimle ilgilenirdim. Gelir gelmez Jisoo'yu sormazdım."

O an anladım ki Bu kız Jisoo'yu takıntı haline getirmişti. Hırsından gülerken bile ağlayacak gibiydi. Kendisini kontrol edemiyordu.
"Yoksa sende mi Jisoo'nun altında olmak isterdin? Hm." Dedim gülümseyerek.

Yüzü bir anda soldu ve ne yaptığının farkına vardı. Bana resmen Jisooyla işimin dışında bir ilişkimin olduğu hakkında iftira atmasını hırsına vererek çokça anlayışlı davrandım. Ama o durmadı. Parmaklarıyla çenemi kavradı ve iğrenç gözleriyle beni süzdü. Eğildi ve

"İsteseydim, alırdım." Dedi. Odadan çıkarken delirmiş gibiydim. Jisoo'yu arzuladığı o kadar belliydi ki. Onunla uğraşamazdım ama hiçbir şey olmamış gibi de davranamazdım.

Madem rekabet istiyordu olurdu da o zaman. Kendi odama çantamı bırakıp içinden elbise resimlerinin olduğu dosyaları çıkardım ve Jisoonun odasına yol aldım. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde gülümsedi.

"Bu istediğiniz elbise modelleri" diyerek masasına dosyaları bıraktım. "Otur Jennie senden istediğim bir kaç şey olacak." Dedi ve bende gösterdiği yere oturdum. "Seni elbiseleri dikecek olan terzimle tanıştırmak istiyorum." Dedi.

Merakla ona bakarken kapıdan birisi girdi ve Jisoo gururla bu güzel kadının ismini söyledi "Park Chaeyoung". Jisooya utanarak bakan kadında gözlerimi gezdirdim. Sarı saçları güneş gibi parlıyordu. Dolgun dudakları ve güzel dişleri vardı. "Jisoo kaç kere diyeceğim bana 'Rose' de diye."

Ben hiçbir şey anlamazken Jisoo arkadaşça gülümsedi ve "tamam Rose abartma" dedi. Kömür gözleri bana döndü.

"İstediğim mücevher elbiseyi dikebilecek kadar yetenekli arkadaşım bu. Roseanne" bana uzattığı elini zarifçe sıktım. Çok hoş birisiydi ve benim karşı koltuğuma oturdu. Kim Jisoo ile elbise hakkında konuşurlarken ben kafamı eğip oturmaya devam ettim. Sonra Rosenin sesi kulaklarımda yankılandı.

"Ben elbiseyi dikerim Jisoo sorun değil. Bizzat atolyeme gel ve arada bir gidişata bak" demişti Rose. Jisoo Rose'den bizi yalnız bırakmasını, ona detayları ileteceğinden bahsederek odadan çıkmasını sağladı.

Gözlerimi Jisoo'nunkilerle buluşturdum. Bakıyorduk. Sadece bakıyorduk. Onun o güzel yüzünü incelerken o ise benim dudaklarıma bakıyordu. Pürüzsüzdü. Aniden camlardan yüksek bir ses geldi. Yağmur yapmaya başlamıştı. Yağmurlu havaların bende bıraktığı etkilerle aniden yüzümü buruşturdum. Sizden gerçekten nefret ediyordum. "Yağmuru sevmez misin?" Dedi Jisoo aniden. Yutkunarak ona baktım. Neden böyle bir şey soruyordu? Aşırı tepki mi vermiştim. Cevapladım.

"Hayır, sevmem." Jisoo bana sanki bir şey söylemek istiyormuş ama korkuyormuş gibi baktı. Dudaklarını araladı. "Yağmurda yürüyelim mi?"

Kim Jisoo
Benimle
Yağmurda
Yürümek istiyor.

Bir anda koltukta dikleştim. Bunu o kadar güzel söylemişti ki benden kaçırdığı gözlerine bakarken garip hissediyordum.

"Benimle yağmurda yürümek mi istiyorsunuz?" Dedim şaşkınlığımı belli eder bi sesle.

"Evet, seninle yağmurda yürümek istiyorum" dediğinde bana sen sen değilsin desenizde inanırdım. Saçlarımı yüzümü bir perde gibi kapattığı için minnettardım ama Kim Jisoo şu anda o perdeyi açıyor ve yarama bakıyordu. O gözlerin yarama değmesini istiyordum. "Yani belki korkun varsa geçer diye düşündüm." Dedi afallayarak. Cümleleri kurarken boğuk boğuk konuşuyordu. Koca bir şirket ceosuydu ama şu anda Kim Jisoo bir kedi gibiydi. Anlık gelen bir gülümsemeyle ona baktım ve kendime şaşırarak cevapladım.

"Gidelim o zaman" demiştim. Kasılıp eridiğini hissettiğim kemiklerime inat yüreyecektim. Kim Jisoo paltosunu üzerine giydi çantasını masasının üzerinden alıp yanıma adımlamaya başladı. Karşı karşıya geldiğimizde bana doğru yaklaştı ve kapıyı geçmem için açtı. Bıraktığı aralığı ardıma bırakıp geçtim. Merdivenlerden inerken nefes alışımın hızlandığını fark ettim. Her yerimden ter boşalıyordu ve ben sanki koşudan çıkmış gibi delicesine nefes alıyordum. Dönen kapının oradan geçip yağmura ulaştığımızda durdum.
Yağmura çıkabilecek miydim? Jisoo merdivenleri atlamıştı ve artık yağmurdaydı. Dudaklarını yana kıvırdı ve bana baktı. Onun kadar hızlı olmasada bir adım attım ve ellerimi açtım. Yağmur hızla avucuma düşüyor, soğuk olmasına rağmen yakıyordu elimi her bir damla. Onun yanına vardığımda göğsümde bir ağrı hissettim. Yağmuru gerçekten sevmiyordum. Elimi ağrıyan yere koyup eğildim. Hızlıca nefes aldım ama bu sefer bir sıcaklık benim bileğimi yaktı.
Kim Jisoo elimi tutuyordu.

hopeless case/JensooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin