17 | gürültülü sessizlikTaehyung'un evinde olanlardan sonra aceleyle evime gitmek için oradan ayrılmıştım. Kafamdaki düşüncelerin hepsinde aynı konu, aynı ilgi merkezi vardı ve düşüncelerimin başrolü oydu. O telefon çağrısıyla kesintiye uğramasaydım ne kadar ileri gidebilirdim? Utanacak kadar ileri gitmiştim -hayır, utanç değil... Bu daha da kötüydü, yaptığım şey için hiç pişman değildim.
Yüzü pişmanlık hissedemeyeceğim kadar hoştu ve ellerinin tenimdeki hissini sevmiştim. Resmen The Reaper olarak bilinen adamın kollarında sıcaklık bulmuştum. O, sadece bazı insanları pislik ya da kaltak olduğu gerekçesi ile eğlence için öldüren bir adamdı. O özgürdü, bu doğruydu ama ben onun gibi özgür olmak istiyor muydum? Kendimi lekelemeden onun bir parçasının tadını çıkaramaz mıydım?
Evime ulaştığımda bu düşünceye bir kahkaha attım. Kapıyı kapatıp dizlerimi göğsüme kadar çektim ve kapıya yaslanarak oturdum. "Kimi kandırıyorum? Zaten lekeliyim ve bu çıkmayacak, ne kadar çok fırçalarsam leke o kadar büyüyecek. Ne kadar çok düşünürsem, düşünceler o kadar katlanılmaz hale gelecek!" Alnımı kollarıma yaslarken saçlarımı köklerinden sıkıca kavradım.
Taehyung, hayatıma olağandışı şeyler getirmişti. O eskiden nefret ettiğim her şeydi, gündelik hayattan, güvenlikten ve bildiklerimden yana kaçındığım her şeydi. Ama onda beni çeken bir şey vardı, bir bağımlılık gibi. Beni hasta eden ama onu bırakamamamı sağlayan bir şey. O kötü bir madde gibiydi ve ben ona gün geçtikçe daha çok bağlanıyordum.
Ona bağlanmamın sebebi ona karşı bir şeyler hissediyor oluşum mu yoksa onların bu karanlık dünyasında birine tutunma ihtiyacı hissetmem miydi emin değildim. Ona karşı net olarak bir şeyler hissettiğimden de emin değildim. Evet, ondan oldukça etkileniyordum ama ondan hoşlanıyor muyum bilmiyordum.
Yine de buradaydım, onu düşünüyordum ve onu istiyordum. Onu istememi sağlıyordu.
En kötüsü, onun bunu yavaş yavaş yaptığını biliyordum. Ama yine de onun tuzağına düşmüştüm. Parmakları ipleri çekmiş, oyununa girmemi sağlamıştı. Gitmemi yasaklamıştı. Bunu yapmasına izin vermiştim. Evcil hayvanının kabını dolduran bir sahip gibiydi. Ve ben kabın içindeki her şeyi tek seferde yemiştim.
Günlerce ortadan kaybolduğu zamanlar olmuştu ve ben onu özlediğimi hissetmiştim. Beni içine çektiği o çılgın hayata alışıyordum. Örneğin, bir süredir parçası olduğum bu dünyayla karşılaştırıldığında gerçek dünyam çok aptalca görünüyordu.
O yokken, yapabileceğim tek şey olayları idare etmekti. O eski rutinin tadı yavandı ama atlatmak zorundaydım çünkü yapmazsam onu bir daha göremezdim, çaremi bulamazdım.
Bunları düşünmek başımın ağrımasana sebep olmuştu bu yüzden yemeğimi yedikten sonra direkt yatağıma uzandım. Tam uykuya dalmadan önce telefonumdan mesaj sesi geldi ama kontrol edemeyecek kadar yorgundum.
Tek düşünebildiğim, onu er ya da geç, hayatım boyunca izlediğim yoldan beni daha da saptıracak başka bir görevlerde göreceğimdi. Düşüncenin kendisi eskisi kadar korkutucu değildi, neredeyse normal geliyordu... Neredeyse.
Birbirimize daha yakın yaşasaydık, beni ziyaret eder miydi? Öyle olsaydı onu daha çok görür müydüm? Evet, bunu düşünecek kadar aptaldım ama onu bir daha ne zaman göreceğimi, onu yakınımda, nefesini boynumda ve ellerini ne zaman hissedeceğimi düşünmekten kendimi alamıyordum. Yorgun sersemliğimle gülümsedim.
Mahvolmuştum.
⩩ ⩩ ⩩
Ertesi sabah uyanır uyanmaz telefonuma baktım, Taehyung'dan bir mesaj geldiğini görünce şaşırdım ve hızla yerimde doğruldum. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu ve daha mesajı kontrol etmeden telefonumu hızla yere bıraktım. Daha ne kadar düşebilirim? "Lanet olsun, sabahın bu erken saatinde olmaz." Üzerimi değiştirip giyinmek için yataktan kalkarken homurdandım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
god of the city; taekook
Fanfictaehyung, şehrin en büyük çetelerinden birinin lideriydi. jungkook ise o çetenin hayatını değiştireceğini bilmeden o gece işten eve dönmeye çalışan bir muhasebeci.