Arkadaslar, merhabalar. Öncelikle şunu söyleyebilirim ki oldukça zorlanarak yazdığım bir bölüm oldu. Yazdığım ilk beş bin kelimelik taslak silindi ve en başından yeniden yazmak zorunda kaldım. Berbat bir ruh hali ve yazmak istediklerimin bir kısmını da yazamadım. İlk yazdıklarımı karıştırdım vesayire. Bunun haricinde şunu söyleyebilirim ki kafanız karışabilir ama konunun hepsi kurgu gereği. Sizden sadece hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını bilmenizi istiyorum. Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur.
İyi okumalar.
°•○●
Hayal kırıklıklarımı toplayıp, koydum valize,
Gözyaşlarımı sıkıştırdım aralarına, umutlarım en üstte bana göz kırpıyorlar sessizce.
Gidiyorum ey yolcu, tuz basın yarama; kan akıtmasın beyazımda.
°•○●□■◇◆♧♣▲▼▶◀↑↓←→☆★▪::
Odanın camlarına tıkırdayarak vuran yağmur damlaları, hoş bir ezgi gibi kulaklarıma doluyor, öğle vaktinin bu sessiz sukünetinde, daralmış nefsime yarenlik ediyordu.Her şey göğüs kafesimin üzerinde birikmişcesine sol yanıma bir ağırlık çöküyor, aldığım derin nefesler bile kalbimin derinliklerinde hissettiğim bu anlamsız sızıya, boğazım , adem elmasının hemen altında oluşan bu düğüme bir çözüm bulamıyordu.
Havada sanki bu huzursuzluğumu hissetmişcesine inceden inceye damlalarını yeryüzüne gönderiyor, etrafta nahoş bir koku peyda ediyordu. Her ne kadar istenilen ortamın bu olduğu, gerçek lütuf ve eren bunda saklı gibi görünse de insan bazı şeyleri aşmadan bunun tadına varamıyordu.Maddi olgular beni öyle bir çemberin içine almıştı ki ne yana dönsem takılıyor, düşüyor dizlerimin yara bere içinde kalmasına engel olamıyordum.
Düşünecek neyin, umursayacak kimin var diyen iç sesimin soruları zihnimdeki flunun içinde kayboluyor, derinden gelen inlemeler ve nağmeler şeklinde taştan örülmüş duvarlarımdan kendine yol açmaya çalışıyordu. Ancak taşta kan, duvarlarda ürpertici bir sükunet vardı. Bozulan ve durmadan çalan guguklu bir saatin sesi duvarlarıma çarpıyor, çarptıkça parçalara bölünüyordu.Elimde biriken bir kaç anı, hatırladığım bir kaç yüz geçmişim oluyor ve önümde duran cep telefonu, kredi kartı, nüfus cüzdanı bir miktar paraya göz kırpıyordu. Bu kadar mı? Diye sormaktan kendimi alamıyor,bunu yapmaktan kendimi alamadığım gibi gözlerimi önümdeki maddi olgulardan ayıramıyordum.
Benimle doğru düzgün irtibata geçmedikleri gibi, birde onların arasında olmam ya da öyle hissetmem için elime bunları tutuşturmuşlardı. Aslında Nalan Hanım'ın benimle konuşmak , bana sarılmak ya da ağlamak için can attığını gözlerindeki ne dersem diyeyim sönmeyen ışıktan anlayabiliyordum ama bazı çekinceleri olduğunun da farkındaydım. Ya benden, buna karşı vereceğim tepkiden çekiniyor, ya da benden utanıyordu. Sanki üzerime yapışmış bu kara leke benim suçum gibi ona bakıp, tiksinmekten kendini alamıyor olmalıydı. Bu gerçekten doğru olabilir miydi? Yani bir anne yıllarca görmediği kızından sırf durumu için utanabilir miydi? Bu düşünce duygularımı kızgın fırının içine atarak, küllenmelerini istememe neden oldu. İçim sızladı ve ansızın bakışlarım buğulandı, sevgiye olan açlığım bir kanıtı gibi duygularım sıcaklığın derecesine rağmen hafifçe kızarmaktan fazlasına nail olmadı.
Kimsem olmadığı, kimseden haberdar olmadığım zamanlar bunun verdiği eziyetle cebelleşirken, serçe parmaklarımdan çeken koyu karanlık ve yanlızlığın bana biçilmiş bu hayatta başıma gelebilecek en kötü şey olduğunu düşünürdüm. Ya da bilirsiniz, aslında etrafta sevgisini çalabileceğiniz bir sürü insan var ama hepsi kendilerinde olanı görmeyip başkalarındakini istedikleri için, büyük bir yokluk kol geziyor yetimhanenin taştan duvarlarında. Çocuk aklımız her şeye yetmiyor ama bu elimizden tutan olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.Yinede olmayan bir şeyi isteme olgusu o kadar koymuyor insana. Diyorsun ki zaten yok, benim olmayan bir şeyi istesem ne yazar, istemesem ne? Ancak şimdi bir serçenin yaralı kanadı avuçlarımın arasında ve biliyorum ki o serçe benim. Kendi kendimi iyileştirmem gerekiyor ama ne yapmam, ne yana dönmem, hangi sözü söylemem gerektiğini bilmiyorum. Beni aldılar, büyük bir çıkmaza fırlattılar.Gerek Yetimhanede, gerek akılhastanesinde olsun; seher vaktiyle küllenen ateşim diğer bir günün seherine kadar nice yangınları önüne katıyor, kendi hırpaladıkça, harap ettikçe bir tokat daha fazlasını istiyordu. Ancak orda acı stabildi. Neye, kime, nasıl acı duyduğumu biliyor, bilhassa her günün aynısı olan bu duyguyu yadırgamıyordum. Oysa burda bunu değil ölçmek, ne yandan saldırdığını bile kestiremiyordum.
![](https://img.wattpad.com/cover/31037991-288-k607121.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mu.
Genç KurguBir gül değildin ki kuruyup gidecek, Her satırı buram buram hasretlik kokan bir mektup değildin, mürekkebi dökülecek, Bir umut değildin ki gönlüme sonsuz baharı getirecek, Bir gözyaşı değildin, ciğerimdeki bu yangını tek damlanla söndür...