4. BÖLÜM: GÖLGE ORMANI'NDAKİ KRALİÇE

143 31 129
                                    

İlerlediğimiz ışıklı yola bakarken rahatsızca gözlerimi kırpıştırdım. Uykudan uyanmış gibi hissediyorum. "Buraya ne zaman geldik?" diye sordum uykulu sesimle.

Yanımda durup koluma sıkıca sarılan Yura, "On beş dakika olmalı." diye yanıtladı. Sesi dalgındı. Bir an o kadının yanında bir şey mi içtik diye düşündüm. Hatırlamıyordum.

"O kadın neydi?" diye sordum. Uçuyordu.

"Bir cadı." dedi Yura rahatça.

"Pekala." Dudak büzdüm. "Neden bu kadar erken ayrıldık?"

Yura başını bana çevirdi ama ona bakacak hâlim yoktu. "Erken ayrılmadık Freya. İki saat boyunca orada kaldık. Ta ki..."

"Ta ki ne?"

"...sen fısıldayana kadar." diye tamamladı cümlesini.

Zorlukla kaşlarımı çattım. "Ne fısıldadım?"

Adımları hızlandı ve beni de peşinden sürükledi. Yürümek istemiyordum ama mızmızlanmadım. "Vespera este aici." dedi dalgınca. Neredeyse fısıldamıştı. Ona bir şey söyleyecek kadar dayanamadım. Gözlerim kapandı. Belki de bilincim.

Gözlerimi tekrar araladığımda ağabeyimin kucağındaydım ve o bir ormanda yürüyordu. "İblise kraliçeyi verecek misin?" diye sordum. Kolları beni daha sıkı sardı ve koşmaya başladı. Bana bakmadı. "Vereceğim." dediğinde titreyen sesi beni şaşırttı. "Ama önce sonuna kadar savaşacağım."

Uyandım. Diğerleriyle buluştuktan sonra köylerin arasından ilerlemeye başladık. Hiç durmadan ilerledik. Yaklaşık dört saat sonra benimki dışında tüm atlar yorulduğu için kamp yapmak için durduk. Evelynn onun yarış atı olduğunu söylemişti. Hepsinden daha dayanıklıydı. Ve muhtemelen epey de pahalı.

Sırayla ikişerli gruplar olarak nöbet tutacak ve sabahın ilk ışınlarıyla birlikte buradan ayrılıp yola devam edecektik. İlk nöbeti ben ve Yura tutuyorduk. Yarım saat önce çevreyi kontrol edeceğini söyleyerek yanımdan uzaklaşmış ve geri dönmemişti. Sınırdaki askerin verdiği süre çoktan bitmişti, yani bizi her yerde aradıklarına emindim. Sabaha kadar burada kalmamız tehlikeliydi.

Bir yarım saat daha geçtiğinde meraklandım. Etraf sessizdi ama biri bizi izliyordu. Çok güçlü olduğunu hissedebiliyordum. Ateş gibi yakıcı bir histi. Başka bir şey değil.

Başka bir yarım saati daha geride bıraktığımda ayaklanıp onu aramaya koyuldum. Adımlarım kontrolsüzce yanımızdaki nehre doğru gitti ve nehir boyunca ilerledim. Yura oradaydı. Hızlıca yanına gittim. Elim gergince Kraliçenin Kalbine uzandı. "Ne yapıyorsun burada?" diye mırıldandım.

İrkildi. Başını ağır ağır bana çevirdi. "Neden uyumadın?"

Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Nöbet tutuyoruz, unuttun mu?"

Doğru ya, der gibi gülümsedi. Baş parmağını kirli sakalı olan keskin çenesinde gezindirdi. "Freya," diye fısıldadı. "Gidecek misin?" Fazla garip davranıyordu. Hep olduğundan daha düşünceliydi. Onun için endişeleniyordum.

"Nereye gidebilirim?"

Bilmiyorum anlamında dudak büzdü. "Ne yaşanırsa yaşansın beni sevmeye devam eder misin peki? Nereye gidersem gideyim, seni nereye sürüklersem sürükleyeyim?"

"Bu da nereden çıktı?" diye sordum. "Garip davranıyorsun ağabey. Sen iyi misin?" Babamdan bana geçmesi gereken zihin büyüsüne –çünkü abime annemin ateş gücü geçmişti, sahip olsaydım eğer ona neler olduğunu öğrenebilirdim.

"Yaptıklarımı görmezden gelip hepimizi koruyabilir misin?"derken sesi titredi. Nehirden aldığı bakışlarını yavaşça bana çevirdi.

Omuz silktim. Onun saçma sorularına cevap vermeyecektim. "Karanlıkta tek kalmayı sevmezsin sen." diyerek geçiştirdim. "Hadi gel, kampa geri dönelim. Belki çay bile demleriz? Evelynn uyumadan önce garip bitkiler toplamıştı." Elimi uzatıp tutmasını bekledim.

LANETLİ KRALLIK - KRALİÇE'NİN İNTİKAMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin