BUZ SARAYI
Buz Sarayı'nda attığı her adım kaygan zeminle buluştuğunda yankılanıyordu, bakışları sabit gibi görünse de etrafını incelemekten geri durmuyordu. Her tarafı -kapıları, eşyaları bile- yalnızca buzdan oluşan sarayı incelemekten sıkıldığında önüne döndü.
İçerisi o kadar soğuktu ki adeta sarayın içinde rüzgâr esiyordu. Burasının kendi krallığı gibi sıcak olacağını düşünüp ince elbiselerinden birini giydiği için kendi kendine lanet okudu.
Kollarından tutup onu yönlendiren askerlere döndü ve titreyen dudaklarını zorlukla aralayıp sert bir sesle ona pelerin vermelerini emretti ama cevap alamadı. Çaresizce önüne döndüğünde karşılarına bir kapının çıktığını fark etti ve adımlarını hızlandırdı. Devasa boyuttaki buzdan kapı onun yaklaşmasıyla aralandığında tam karşısında onu gördü; buz tahtında oturan, tüm dünyaya hükmediyormuş gibi görünen Kraliçe'yi.
Yutkundu, ileriye doğru attığı adımlar daha yavaş ve temkinli hâle geldi. Onu tutan askerlerin geride kaldığını anladığında nefesini tuttu ve başını aşağı eğdi. Kraliçe'nin tahtıyla arasında yaklaşık beş metrelik bir mesafe kaldığında durdu. Ellerini karnının üzerinde birleştirdi, dizlerini yavaşça büktü ve diz çöktü. Ağır hareketlerle alnını yere yasladığında uzun, dalgalı kızıl saçları yerlere döküldü. Kraliçe'den gelecek bir komutu bekledi.
"Başını kaldır, Toprak Büyücüsü."
Saatler gibi süren birkaç saniyede derin bir nefes aldı ve ona verilen emirle başını kaldırdı ama Kraliçe'ye bakmadı, bakışlarını kucağında birleştirdiği ellerine sabitledi. Bu sırada Kraliçe'nin hep yaptığı gibi onu incelediğini biliyordu; kendini ona, hayatı boyunca hikâyelerini dinlediği, hayranlık beslediği kadına sundu.
Kraliçe dudaklarını memnuniyetle kıvırdı ve karşısında diz çöken kadına baktı. "Bana bak." Genç kadın usulca başını kaldırıp Kraliçe'ye baktı. "Ziyaretini neye borçluyum?"
"Element Kraliçesi ateş ve su elementine sahip oldu." dedi genç kadın, Kraliçe'yle konuşurken lafı uzatmayı sevmezdi. Yaptığından gurur duysa da ettiği ihanetin boşluğunu yaşıyordu. Kraliçe'nin dikkatle onu dinlediğini fark ettiğinde dudaklarını ıslatıp devam etti. "Ateş Koruyucusu Khaloskha'da kalıyor. Bir planları olduğunu düşünüyorum."
Kraliçe ellerini buzdan tahtının üzerinde gezindirmeye başladı ve ilgiyle sordu: "Sana bunu düşündüren ne, Toprak Büyücüsü?"
Genç kadın hevesle gülümsedi. "Fazla sessizler! Ayrıca meşgul... Khaloskha prensesi Freya, ona gönderdiğim ziyaret talebimi reddetti. Beni Khaloskha'ya almıyorlar."
Kraliçe yılların kazandırdığı bilgi ve tecrübeyle düşünüyor, karşısındaki kadını toy biri olarak görüyordu ama bunu ona belli etmedi, kendisinin anlamasını istedi. "Tüm bunları düşünmene teklifini reddetmesi mi sebep oldu?" diye sordu. "Sence olan her şey yalnızca sana mı bağlı olmalı?"
Genç kadın ne söyleyeceğini bilemedi, birkaç saniye sessizce durduktan sonra mahçup bir ifadeyle mırıldandı. "Ben düşündüm ki..."
Kraliçe sözünü kesti. "Ne düşündüğün önemli değil, sadece bilmelisin ki Khaloskha'nın vârisleri benim düşmanım değil. Senin de olmayacak. Tüm dünyayı kasıp kavursak da onlara zarar gelmeyecek."
"Neden?" diye çıktı genç kadın. "Ağabeyimi, tüm ailemi öldüreceğinizi söylediğiniz, diğer tüm krallık ve vârislere zarar verdiniz ama onları koruyorsunuz! Neden? Onlar, şey olduğu için mi?.."
Kraliçe, genç kadının cesaretine hayranlık duysa da sinirlenmişti. Bunu saklama gereği duymayışı kadını gerdi. "Kimin haddine?" Kraliçe'nin kaşları havalandı. "Beni sorgulamak hanginizin haddine, Toprak Büyücüsü?"
"Ben... Üzgünüm!"
Kraliçe, neredeyse ağlamak üzere olan genç kadını, elini havaya kaldırarak susturdu. Delici bakışlarını bir an olsun onun üzerinden çekmedi, sözler dudaklarından çıkmak için zihin süzgecinden bir kez daha geçmedi. "Yine de bana engel olmaya çalışacaklar. Savunma sistemlerini yok etmeliyiz."
Toprak Büyücüsü hürmetle başını eğdi. "Emrinizi bekliyorum Kraliçe'm..."
Buz Sarayı'ndan ayrılan Toprak Büyücüsü hiç olmadığı kadar pişman hissediyordu. Esen soğuk rüzgâr kızıl saçlarını usulca dalgalandırırken attığı her bir adımın ağırlığı ruhuna çökmüştü.
Kalın botuyla attığı bir diğer adımla ezdiği karların sesine odaklandı. Kararlı olması gerektiğini çok iyi biliyordu. Kraliçe'nin güvenini tamamen kazandığında hayatının her zamanki gibi olmayacağına olan inancı, onu bu yola iyice bağlıyordu. Artık ne Freya'ya olan sevgisini ne de ağabeyinin yaşayacağı hayal kırıklığını umursamaması gerektiğini hissediyordu. Ondan sakınılan her şeye sahip olacaktı. Tek gâyesi buydu.
Tüm kalbini saran, asla geçmeyecekmiş gibi dolanan pişmanlık hissi kısa süre içinde geçti. Adımları hızlandı, bakışları her zamankinden daha ciddi bakmaya başladı.
Buz Vadisi'nin sınırına geldiğinde karşısında duran at arabasına doğru koştu. O yaklaştığında arabanın kapısı kendiliğinden açıldı ama bunu sorgulamadan bindi. "Khaloskha'ya gidiyoruz." diye seslendi arabayı süren Kraliçe'nin adamına. "Skyros'tan gitmek istiyorum."
Buz Vadisi'nden çıkıp sırasıyla Lilium ve Skyros krallıklarını arkada bıraktılar. Günlerin, hatta haftaların sonunda gittikçe Khaloskha'ya yaklaştıklarını fark eden Toprak Büyücüsü heyecanlanmıştı. Kraliçe'nin büyüsü sayesinde kimsenin onları görmeyeceğinin farkında olsa da bir ihtimal, diye düşünmekten alamıyordu kendini. Bir ihtimal de olsa arıyorlardır beni.
Önce yollar tanıdıklaşmaya başladı, sonra Khaloskha'nın sınır kapısı gözler önüne serildi. Nal sesleri etrafta yankılansa da kimsenin onları durdurmayışına şaşıran kadın arabanın perdesini aralayıp dışarıya baktı, gerçekten Khaloskha'da olduklarını görünce istemsizce rahat bir nefes aldı.
"Nereye gitmek istiyorsun doğaya ait olan?" diye sordu Kraliçe'nin adamı.
Kadın atların olduğu bölümü gösteren küçük cama baktı. "Zeytpor'a gidelim. Arşiv binasına." Kraliçe'yle yaptıkları plana tamamen olmasa da ayak uyduracaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANETLİ KRALLIK - KRALİÇE'NİN İNTİKAMI
FantasyEn küçüğünden en büyüğüne kadar her insanda büyü gücü olan bir evrende; yirmi üç yıldır büyü gücü olmayan Khaloskha Krallığı'nın prensesi Freya, babasının düğününde çıkan yangını araştırırken kendisiyle ilgili gerçekleri yavaş yavaş öğrenmeye başlar...