8. BÖLÜM: YILDIZ BAĞI

77 9 44
                                    

Nedenini bilmesem de koşuyorum. Bir yere mi yetişmem gerekiyor? Üzerimde lacivert kısa kollu bir tulum var. Saçlarım atkuyruğu şeklinde bağlanmış ama ben yapmadım.

Nefes nefese kalıyor ama duramıyorum. Devasa ağaçların arasından ani manevralar yaparak kaçmayı başarıyorum. İçimde ne korku ne de heyecan yok. Yalnızca, artık varlığına alıştığım özlem duygusu ele geçiriyor beni.

Adımların hızlanıyor. Kalp atışlarım giderek sesli bir hâl alıyor. Sanki bana ait değil gibi... İçimi kemirip duran özlem bir anlığına ağırlaşıyor, kaldıramıyorum. Sanki derim soyuluyor. Özlem diniyor ve onun yerini boşluk hissi alıyor. Garipsemiyorum çünkü birini özlemeyi bıraktığınızda o duygunun yeri boşluk olarak kalır.

Koşmaya devam ediyorum ta ki Anka kuşunu bulduğumuz mağara görüş açıma giresiye kadar. Ayaklarım yere çivileniyor. Mağaranın içinden turuncu, göz alıcı bir ışığın belirdiğini fark ediyorum, hemen ardından kulaklarıma en sevdiğim ilahi ses doluyor.

"Merhaba rengina."

Ona doğru bir adım atıyorum.

Bana doğru bir adım atıyor.

Siyah saçları bugün yerlere kadar uzanıyor. Üzerinde bordo renk uzun ama vücuduna yapışan saten bir elbise var. Onun üzerinde kürkü andıran kabarık bir pelerin duruyor. Başının üzerinde duran parlak altın, kırmızı kristallerden oluşan tacın Ateş Krallığı'na ait olduğunu düşünüyorum. Dudaklarım aralanıyor, nefesimi tutuyorum ve bir kez daha ona hayran kalıyorum.

Ben konuşmayınca o söze giriyor. "Regulus'u bulmuşsun." Meraklı değil, soru sormuyor. Sadece teyit etmek istiyor çünkü zihin bazen yanıltıcı olabilir.

Başımı aşağı yukarı sallıyorum. "Buldum. Bana senin adınla sesleniyor." Kelimeler dudaklarımın arasından zorlukla çıkıyor. Gözlerimi ondan alamıyorum. Nasıl bir çekim bu? Evrenin insanlardan vazgeçememesi gibi geliyor. Zararlı ama acınası ve eğlenceli.

Kıkırdıyor ama bu konu üzerinde konuşmuyor. "Neden burada olduğunu merak ediyorsun." diye tahmin yürütüyor. Aksine, diye geçiriyorum içimden. Seni arıyordum.

Tek bir el hareketi yapıyor ve önünde iki adet minder beliriyor. Minderlerden birine yerleşip beni yanına çağırdığında onu ikiletmiyorum. Küçük adımlarla ilerleyip boş mindere yerleşiyorum.

"Artık ateş elementine sahipsin." diyor Kiana. "Ona hükmedebilirsin." Sessizce devam etmesini bekliyorum. "Elementler buyurgandır. Onlara sahipsen ve onlar da sana sahipse –ki element kraliçelerinin tek evi elementlerdir, onları kullanmak zorundasındır. Baskı uygularlar. Seni kendilerine çekerler. Günün her anında hissettiğin bu özlem varlığının benim varlığımı istemesi ama mühürler kırıldıkça elementlere olan isteğin olacak..."

Sözünü kesiyorum. "Derim soyuluyormuş gibi hissedeceğim."

Başını aşağı yukarı sallayarak beni onaylıyor. Kollarını göğsünde birleştirip minderin üzerinde bağdaş kuruyor. "Bu acı, özlem seni uykundan uyandıracak kadar artacak. Kemiklerinin kırıldığını sanıcaksın. Evren senden alacak, elementlere verecek." diyor.

Kaşlarımı çatıyorum. Endişeli hissediyorum. "Bana hükmedecekler..."

"Eğer sen onlara hükmetmezsen." diye tamamlıyor cümlemi.

Tek elim kontrolüm dışında Kiana'nın saçlarına gidiyor. İpek gibi olduklarını biliyordum ama temas etmek çok güzel hissettiriyor. Yüzümde nasıl bir ifade var bilmiyorum ama bu onu gülümsetiyor. Elim iki yana kıvrılmış dudaklarına ulaşıyor.

LANETLİ KRALLIK - KRALİÇE'NİN İNTİKAMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin