7. BÖLÜM: KADİM YARATIĞIN CEZASI

79 11 64
                                    

BEŞ BİN YIL ÖNCE
ANKA KUŞU

Dünya ve Yıldız Kuşağı yaratıldığında elementler evrenin dört bir yanına, canlılara yardımcı olması için dağıtıldı. Su doğayı besler, toprak onlara yaşam alanı verir, hava oksijeni sağlar ve ateş besinlerin pişmesini sağlar; bazı bitkiler küllerinden bile yararlanabilir.

İnsanlar ve ilahi yaratıklar, elementlerin cansız olmasından yararlandı ve onları hunharca kullandı ama sanıldığının aksine elementler onlardan bile daha canlı ve evrene bağlıydı.

Evren ondan olanı her daim korurdu. Bunun için tüm gezegen ve canlıları koruması için ilahi yaratıklar arasından seçtiği Custos Siderum'un herhangi bir üyesinin ilk çocuğunu kendisine vâris, elementlere ve evrene; denge ve düzene hükümdar seçti.

Asırlar belli bir düzende ilerlerken Element Kraliçesi çoktan büyümüş, tahta çıkmıştı. Onun gücü insanları ve ilahi yaratıkları dengeli yaşamaya davet ediyordu.

Yıldız Kuşağı'nın mükemmel yaşantısından sıkılan Element Kraliçesi Kiana, yolculuk büyüsünü kullanarak Dünya'ya göç etti. Eski yaşantısını arkasında bırakmamış olsa da hiç onlara yakın hissetmiyordu.

Zaman geçtikçe Dünya'nın sefil düzenini kontrol altına aldı ama insanların nefsine müdahale etmeyi başaramadı. Yine de orada geçirdiği yüzyıllarda güzel ve elle tutulur değişiklikler yaptı.

Başlangıçta krallık düzenini kurdu, daha sonra element krallıklarını kurdu. Krallıkların hükümdarlarını Dünya'da tanıştığı dostları; Toprak Krallığı için Enlil isimli bir adam, Su Krallığı için denizkızlarının soyundan olan Tiamat, Hava Krallığı için gökyüzünün sahibesi Atarah'ın gözde hizmetkârı Ida'yı seçti ve Ateş Krallığı'nın başına da kendisi geçti.

Kiana üzerindeki bunca sorumluluğa rağmen her zaman başına buyruk biri olmuştu. Ne kadar iyi bir hükümdar olsa da ilahi yaratıkların çekici kusursuzluğu onun üzerinden çekilmişti. Haddinden fazla acımasız ve bencildi. Evren, ona güçlerinden feragat etmesini söylediğinde bile reddedecek kadar kibirliydi. O her zaman en güçlü olmalıydı, öyle olacaktı.

Bir gün Ateş Kralllığı'nın sınırlarlında gezinirken bir mağaradan gelen acı dolu çığlıkları duydu ve merakla oraya gitti. Karanlık mağaranın içinde adımları yankılanırken sesini çıkarmadan iyice ilelrleyip çığlıkların kaynağına ulaştı; bir Anka kuşu zeminde sıkışmış, toprak etrafını sarmıştı.

Kiana kuşun onu göremeyeceği bir mesafede durdu ve onu incelemeye başladı. Kadim bir yaratık olduğunu, Yıldız Kuşağı'ndan geldiğini tabii ki anlamıştı. "Neden oradasın?" diye sordu. Evren birine ceza verdiğinde kesinlikle bir sebebi olurdu. O da bunun bilincinde olduğundan kadim yaratığın suçunu merak etmişti.

Bedeni bir kayayı andıran, üzerindeki damar gibi açıklıklardan kan yerine lav akan Anka kuşu, ilk kez biri tarafından bulunduğu için kımıldamaya çalıştı ama başarısız oldu. "Denge ve düzeni bozdum." diye yanıtladı çekingen bir şekilde. "Yıldız Kuşağı'nı terk ettim."

Kiana bu duruma anlam veremedi. Evren böylesine basit bir olaylı neden büyütüp kadim yaratıklardan başta geleni hapsetsindi ki? Denge ve düzen bozulduysa kendisi tek bir düşüncesiyle düzeltebilirdi. Bunun için seçilmişti. Bu cezanın peşini kesinlikle sürecekti ama öncesinde eğlenecekti de.

Kadim yaratık onu bulan kişinin Element Kraliçesi olduğunu öğrendiğinde içine büyük ama olmaması gereken bir umut doldu. Kraliçenin kendisini kurtaracağından emindi, ne zaman olacağını bilmese de o günü hevesle bekliyordu.

Kiana zaman zaman onu ziyarete gidiyor, bazenleri yanında Yıldız Kuşağı'nda kalan kardeşleri Deimos ve Zihin Koruyucusu Senturna'yı getiriyordu.

Anka kuşu birlikte geçirdikleri zamandan memnun olsa da onlar gittiğinde içini büyük bir hüzün kaplıyordu. Çünkü Kiana'yla yıllar önce tanışmış olmasına rağmen hiçbir zaman onu dışarı çıkarmakla ilgili bir planı olmadığını anlamaya başlıyordu.

Kiana kadım yaratığı bir sirk eğlencesi olarak görüyordu; Anka kuşu onun bir sirkteki en sevdiği hayvandı. O ne zaman mağaraya ayak bassa Anka kuşu alevler içinde yanıyor, tarif edilemez bir azap çekiyordu. Ateş ona ait olanı yakıyordu.

Genç kraliçe kendisini Anka kuşuna nadiren gösteriyordu. Kadim yaratık en çok bu günlerde acı çekse de hiç şikâyet etmiyordu. İşin garip tarafı da şu; Anka kuşu en çok bu günleri severdi. Acı gittikçe fiziksel olmaktan çıktı, ruhsal oldu. Kiana'yı görmek ama ona ulaşamamak kalbini yakıyordu. Bir hançer, bir ateş. Anka kuşu kanıyor, yanıyordu.

Ona bu acıyı yaşatan, onu yakan kişinin koşulsuz bağlılık beslediği Kiana olduğunu öğrense nasıl bir azap çekerdi zavallı, kim bilir?

Anka kuşu uavaş yavaş farklındalık kazandığında Kiana oyunun seyrini değiştirmeye karar vermiş, bir gün ona yaptığı bir ziyaretinde onu kurtaracağını, saplandığı çukurdan çıkaracağını söylemiş ve buna dair kan yemini etmişti.

Kiana kolay kolay kan yemini etmezdi –binlerce yıllık hayatında bu bir ilkti. Elbette ki bir planı vardı; Anka kuşunu Ateş Krallığı'na kral, kendisine eş olarak seçecekti. Bir kadim varlığın elinde olması ve ona tamamiyle bağlı olması, evrenin ona koyduğu engellerin, hevesle güçlerinden feragat etmesini isteyişinin önüne geçecekti.

Bir yüz yılı daha geride bıraktıklarında, Kiana sonunda onu çıkarmanın vakti geldiğini düşündü ve ihtişamlı Ateş Krallığı sarayını ruh eşi için hazırlattı.

Anka kuşu oradan çıkacağını öğrendiğinde çok heyecanlıydı ama ne kadar acı verici olabileceğini tahmin edemedi. Ölüm her zaman ruhun bedenden ayrılması değil, ayrılamamasıydı. Bir çamura saplanıp çıkamamaktı. Birilerinin geldiğini görmek ama kimsenin yardım etmemesiydi. Kadim yaratık hepsini tek bir saniyede yaşamıştı.

Kafasının şekli değişmeye, gagası yok olmaya başladı. Yüzündeki ve vücudundaki tüyler derisinin içerisine çekildi. Ondan geriye sadece kanatları kalmıştı fakat onlar da kollarının yanından sırtına kaymıştı. Bedeni küçüldükçe küçülmüştü. Tüyleri derisinin içine gitmiş, kolları ve bacakları çıkmıştı ama yalnızlık hissi o bir insan olduğunda bile geçmemişti.

Başının üzerine kahverengi uzun saçlar çıkmıştı. Teni açık renkti ve gözleri turuncuydu. Uzun insan bacaklarına sahipti. Üzerinde geçirdiği dönüşüm nedeniyle hiç kıyafet yoktu ama o bundan utanç duymuyordu. Bedeni kaslı ve iriydi. Buna şaşırmadı.

Kiana, Anka kuşunun yeni halini gördüğünde dudakları memnuniyetle iki yana kıvrıldı. Kendi yarattığı enkazdan gurur duyuyordu. Elini çekip etrafındaki toprağın üzerine bastırdı. "Parere regina et aufer he a se." diye fısıldadı. Kraliçene itaat et ve onu kendinden uzaklaştır. Toprak, Anka kuşunu kendinden uzaklaştırdı ve onun delikten yukarı çıkmasını sağladı. Anka kuşu ayakları üzerinde duramayıp yere yığıldı. Vücudu terlerle kaplanmıştı. İnsan olmaya hemen alışmayı umuyordu.

"Regulus." diye mırıldandı Ateş Kraliçesi. Dudakları iki yana kıvrıldı. "Yeni bir isme sahip olma vaktin geldi."

Anka kuşu, Regulus yattığı yerden kraliçesine baktı. Bunun neden gerek olduğunu bilmese de itiraz etmedi.

"Gedi." dedi Kiana. "Yeni ismin bu."

"Gedi..." diye fısıldadı Regulus. "Güzel, beğendim." Bilinci kapandı ve Anka kuşu uykuya daldı.

Kiana onun kulağına yaklaştı ve fısıldadı, "Benim kralım olacaksın, Regulus. İsmini unutacak ve yalnızca bana ait olacaksın."

Sirk kapanmamıştı, hayır. Her şey yeni başlıyordu. 

Ateş Krallığı bir krala sahip olduğunda tüm evren ölmeyi dileyecekti.

Yanarak değil. 

Yeterince yanacaklardı.

LANETLİ KRALLIK - KRALİÇE'NİN İNTİKAMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin