Varlisa Krallığı'nın ormanlarından birinde attığım her adım uçuyormuşum gibi hissettiriyor, çiğnediğim çimenler hiç eğilip bükülmüyordu. Khaloskhalı olan bana, burasının sıcaklığı her zaman mucizevî bir şey gibi geliyordu.
Toprak gücünün beni kendine çekmesinden midir bilmem, çok neşeli hissediyordum. Normalde yüzümü yabancılayan gülümseme bugün beni hiç bırakmıyordu. Bir yandan da ona bu kadar yakın olup sahip olamamak canımı sıkıyordu. Elementlerle olan bağımız hâlâ bir giz gibi geziniyordu üstümde.
Etrafımızdaki devasa boyuttaki ağaçların üzerinde durup bizi izleyen birkaç baykuş gözüme çarptığında onları daha dikkatli izlemeye başladım. Birkaçı ağaçlardan uzaklaşmadan uçup bizi takip ediyorken bazıları sıra sıra olan ağaçlara tünemiş gözleri bize dikili duruyordu.
Başımı yanımda duran Gedi'ye çevirdim. "Uçsak olmaz mıydı? Ya da geçen yaptığın gibi orada belirmemizi sağlasan..."
"Neden?" diye sordu.
Başımla ağaçları işaret ettim. "Şu baykuşlar canımı sıktı."
Kıkırdadı. "Bizim kanunlarımızda kimse kimsenin krallığına izinsiz giremez. Uçarsak Toprak Krallığı mensupları bize engel olamaz, üzerimizde kontrol sahibi de olamazlar ve bu onları rahatsız eder. Orada belirmek dediğin şeye yolculuk diyoruz. Bir krallığa yolculuk yaparak giremezsin."
Anladığımı belirtir şekilde başımı salladım. Kollarımı göğsümde birleştirip ona döndüm. "Bana yolculuğu nasıl anlatabilirsin?"
Omuz silkti. "Bedeninin bir yerden başka bir yere enerjiler yoluyla aniden gitmesi olarak açıklanabilir. "
"Pekâlâ..."
Gedi'ye bir soru daha yönelteceğim sırada ormanın içinde bir alkış sesi yankılandı. "En sevdiğim çift yine bir arada!" diyen neşeli bir erkek sesi duyduğumda kaşlarımı çatıp Gedi'ye döndüm. "Kiana ve Gedi!" dedi aynı ses.
Olduğumuz yerde durduk.
"Enlil... Uzun zaman oldu." Gedi'nin sesindeki memnuniyetsizliği fark etmem için dahi olmama gerek yoktu. Sözleri eski bir dostuyla konuşuyor gibi olsa da ses tonu nefretini ele veriyordu.
Karşımızda güneş ışığı gibi yakıcı bir parıltı ortaya çıktığında gözlerimi kapattım. Geri açtığımdaysa etrafta az önceki ortamdan eser yoktu. Ağaçların yeşil yaprakları mavi, pembe, kırmızı gibi çeşitli renklerle donatılmıştı. Her yer çiçek ve sarmaşık doluydu. Tam karşımızda ağaç köklerine benzeyen bir şeyden oluşan taht ve siyah saçlı bir adam vardı.
Nefesimi tutmuş, sessizce olanları izlerken adam bana döndü ve gülümsedi. "Kraliçe Kiana, sizi ne kadar uzun süre beklediğimi tahmin bile edemezsiniz."
Gözlerimi devirip emin ol tahmin edebiliyorum, demek istesem de sessiz kaldım. Artık bir kraliçenin yokluğunun milyarlarca kişiden oluşan halka verebileceği zararları anlayabiliyordum.
"Adım Freya." diye düzelttim onu.
Adam yüzünde mahçup bir ifadeyle bana doğru adımladı. "Ah, üzgünüm, benim hatam." Tek elini göğsünün altına düz bir şekilde uzatıp belini eğdi. "İsmim Enlil. Toprak Krallığı'nın kralıyım."
Tık... Tık... Kalp atışlarım kulağımı tırmaladığında başımı salladım. Uzanıp elimi tuttuğunda ya da beyaz eldivenlerimi çıkarıp yere attığında tepki veremedim. "İzninizle sizden alınanları geri vermek istiyorum. Denge ve düzen için..." dediğinde gözlerimi yavaşça kapatıp açmakla yetindim.
İlahi bir güç her zamanki gibi içimi kapladığında özlemim biraz daha dindi, içimdeki ateşin üzerine su dökülmüş gibi rahatladım. Bu anda, tüm bunları hissederken tek başıma olmak istedim. Onları kimseyle paylaşmayayım istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANETLİ KRALLIK - KRALİÇE'NİN İNTİKAMI
FantasyEn küçüğünden en büyüğüne kadar her insanda büyü gücü olan bir evrende; yirmi üç yıldır büyü gücü olmayan Khaloskha Krallığı'nın prensesi Freya, babasının düğününde çıkan yangını araştırırken kendisiyle ilgili gerçekleri yavaş yavaş öğrenmeye başlar...