Merhabalar sevgili Ev: Sinestezi okuyucuları. İlk önce size büyük bir özür borçluyum (takip eden max. 5 kişiye). 3-4 Ay yayınlamayıp sorumsuzluk ettim. Bir kurgu yayınlıyorsam sorumluluğu benim üzerimde bir işi bırakıp yarıda kesmemeliydim. İlk ay gözümden rahatsız olunca yazamadım. Sonra uzaklaştık ilham ve kendime güvensizliğimden dolayı yazamadım. Tabi bunlar bir bahane. Bundan sonra her hangi bir aksilik çıkmadıkça her hafta bölüm gelecek.
En küçük yorumunuz ve oyunuz beni mutlu eder.
Eğer hikayemizi seviyor ve takip ediyorsanız paylaşmanızı çok isterim. Çünkü wattpad algoritması pek biz küçük yazarları tınlamıyor. Sizin destekleriniz olursa daha fazla okuyucuya ulaşırım. Şimdiden teşekkür ediyorum ve iyi okumalar diliyorum.
Ağaçlara eşlik eden mavi ışığın yerini karanlık kapladı. Mavi ışığını kaybeden ağaçlar dallarını birbirine vurarak hücum ediyorlardı. Yalnızlığın ve karanlığın hıncını yanındaki ağaçlardan çıkarıyorlardı. Toprağın dili çözülüp ağıt etti.
Gün batmak üzereydi. Ama Akgün için gün soldu. Onu huzura kavuşturan gökyüzünün açık mavisinin yerini karanlık bir mavi alıp, içini hüzüntü kapladı. İçindeki açan sevgi ve umut tomurcukların üstüne şiddetli bir fırtına geçip don tuttu.
''Anne sensin biliyorum!'' Aras, Akgün'ün kollarından tutup ağaca yasladı. Onun bu hale getirenlerden biri olmaktan nefret ediyordu. Akgün, Aras'ın ellerinden kurtulmak için çırpınıyordu ama güçsüzdü. Çırpıntıları sadece kıyığa vurmuş bir balık gibiydi.
Şoför, ''Akgün bey, anneniz burada değil. İnanın ki nerede olduğunu bilmiyorum.'' Aras içinden küfürler sıraladı. Yalanlar hep hayatında yalanlar olmak zorunda ve o yalanlara hizmet etmekten nefret ediyordu. O yalanları sürdürüp üç maymunu oynamak onun için zordu ama yalanları söylemesini istiyordular. Kendisine söylenseydi nasıl bir tepki içinde olurdu? Bunu düşünmüyordu.
Vücudu kaskatı kesilen kadın, acele bir şekilde araca binip başını dizlerine gömüp önünde ki koltuğa yumruklarını geçiriyordu. Çiğdem sağındaki kadına endişeli gözlerle bakıyordu. Solundaki kadın, Çiğdem'in üstünden geçip, ''Kenara gelir misin kızım?'' dedi. Çiğdem hemen dediğini yaparak sola geçti. Çiğdem iki kadının neden aynı giyindiğini anlamaya çalışıyordu. İkisinin de üzerinde; siyah şal, siyah etek ve kırmızı kazak vardı. Aynı marka gözlükte takmışlardı.
Derin, arabanın bagajından seslere anlam veremiyordu. Ama arabanın içinde karmaşık kokular vardı. Kokular birbirine karışmıştı ama onun dikkatini çeken tek koku lavanta kokusuydu.
''Çıkmamı ister misiniz?'' diye sordu kadın.
Başı dizine yaslı ağlayan kadın ise, ''Çıkın ama inanmayacak.'' Dedi yutkunarak.
''Aynı giyindik ama.'' Dedi.
''Renkler aynı değil. Maviyi sende göremeyecek.''
Diğer kadının aynı kıyafetlerini giyen kişi çıkıp şoförün yanına doğru gitti. Akgün o kadını gördüğünde renklerin farklı olmasından aklı karıştı. Kadın şalını ve gözlüğünü çıkartıp, ''Merhaba Akgün.'' Dedi.
Aras, karmaşık gözlerle kadına bakıyordu. Akgün'ü tutan kollarını bırakıp Akgün'ün tepkilerine bakmaya başladı.
''Sen annem değilsin,'' dedi titrek sesiyle.
''Üzgünüm Akgün. Ama şu an burada durmamız asla güvenli değil. Lütfen Çiğdem'i duygularımızla tehlikeye atmayalım. Kızın hayatı yeterince tehlikedeyken biz daha çok tehlikeye sokmayalım.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ev: Sinestezi
Teen FictionSeni yazdım bu şarkıya. Etrafında dönen melodileri döktüm bestelerime. Bana hissettirdiğin rengi çizdim kağıda. Sen benim mavim ve melodimsin Derin'im... ⌂⌂ Sadece babalarımızın yaptıkları kötülükleri düzeltmek istedim. Neden bunun bedeli ağır oluyo...