♫♥ 1.7 ♥♫

9.2K 609 53
                                    

♠1.7

Uzun kirpiklerinin altından bakan mavi gözleri çok çekiciydi. Berkay ona hissettirdiklerini hala net bir şekilde anımsıyordu. Saçlarında gezinen zarif uzun parmakların boğazında oluşturduğu yumruyu hatırladığı gibi. Tıpkı o koşulsuz teslimiyet gibi... Bu oldukça katlanılmazdı. Eğitmen Darius'un kızın artık onun sorumluluğunda olduğunu söylediği geceden beri oluyordu üstelik. Savaşçılık ve Koruyuculuk arasındaki temel fark da buydu. Savaşçı koruyacağı kişiyi ya kendisi belirler ya da bu 'görev' ona verilirdi. Ama Koruyucu efendisini kendi seçemezdi. Savaşçılık fizikiydi. İşin ruhsal boyutu sadece koruma odaklıydı. Ama Berkay onu çoktan özümsediğinin farkındaydı. Defne'nin ne hissettiğini, endişelerini, öfkesini, arzusunu hissedebiliyordu. Ama yine de fiziki kısım ağır basıyordu. Buna rağmen o ilk sabah bile o lanet olasıca damganın yanmasını çok net hissetmişti.

Ellerinde hala pürüzsüz teninin dokusu varken şu an hissettiği acıya odaklanması çok güçtü. Dili dün gece Defne'nin ısırdığı yerin üstünde gezindiğinde kendine küfretti. Görevi yüzünden kıza çekildiğinin bilincindeydi. Her ne kadar bu ilk koruma görevi olsa da o bir çömez değildi. Tek ihtiyacı olan soğuk bir duştu. Daha sonra dönüşümün geçmesini bekleyecekti. Tabi, önce, yanmayı kontrol altına almalıydı.

*

Ölüm mü hayat mı? Siyah mı beyaz mı? Acı mı tatlı mı?

Yaşam dediğimiz şey bize sunulan zıtlıkların kusursuz karışımı değil mi zaten? Ne tamamen toz pembe ne de kaos meydanı. Hiçbir zaman gerçekten ölmezken ne tamamen zirvede oluyoruz ne de dibe batıyoruz. Bu sadece hayat. Gidenler ve gelenler... İncitenler ve incinenler... Şefkat ve acıma... Hayat denen bu döngünün sadece bir parçasıyız ve rüzgarla yer değiştiriyoruz, sürekli.

O berbat yanma da bunun bir parçasıydı, yerini gıdıklayan çimlere bıraksa da. Olduğum yerde doğrulup etrafıma baktığımda yemyeşil bir çimenliğin ortasındaydım. İnsanların ölüm ve hayat arasında durdukları o ince çizgideydim, bu dizilerde ve filmlerde hep böyle olurdu. Beni haklı çıkaran sebeplerim de vardı, üstümdeki beyaz tülden elbise, sürekli değişen çiçekler, gerçek olamayacak kadar muazzam görünen ve karşımda boylu boyunca uzanan tüm bu yer... Çayırlık boyunca ilerledim. Çiçekler sürekli değişiyordu; papatya, leylak, defne, lavanta... Yaseminlerde karar kılana kadar bu böyle devam etti. Çimenlerin üzerine tekrar uzandım, ama uyumamam gerektiğinin de farkındaydım. Ben yaşama geri dönmek istiyordum! Babamı bulmalıydım, sonra gizlenecek güvenli bir yer. Ama önce buradan nasıl kurtulacağımı düşünmeliydim.

Çimenlerin hışırtısıyla oturur vaziyete geçtiğimde orta yaşlı sarı bukleleri omuzlarında yaşına göre güzel denebilecek bir kadın gördüm. "Kimsin-iz?"

Kadının mavi-yeşil gözleri buğulandı. "Adım Itır. Ben de tıpkı senin gibi Melez Eğitim Merkezi'nde kalıyordum, ama çok uzun zaman oldu." Kadın bir eliyle kolunu tuttuktan sonra ekledi. "Cadıların tuzağına düşmeyin."

"Bunu neden söylüyorsunuz? Siz, kimsiniz? Yani gerçekte..."

"Formaliteleri unutalım, vaktimiz az. Dönüşümün tamamlanmak üzere. Bu dünyaya alışkın olmadığın için vücudun dönüşümü kaldıramadı ve şu anda Melez Okulu'ndaki yatağında bilincin kapalı bir şekilde yatıyorsun. Ben... Bana gelince, görevim etkilemekti. Ama bir cadının tuzağına düştüm, onlara güven olmaz yani büyük çoğunluğuna. Benim insanların zihinlerine girebilme gücüm var, zaten onları böyle etkilerdim. Şu an sana yaptığım gibi." Boynundan ucunda safir olduğunu düşündüğüm beyaz bir zincir çıkardı. "Cadılardan önce saldırmalısınız. Çoktan planlarını işlemeye başladılar bile. Bu sana yardım edecek."

"Neden böyle söylüyorsunuz?"

"Zamanımız doluyor Daphne. Kolyeyi tak, sana güvenebileceği insanlar hakkında bilgilendirecek." Kadın arkasını dönüp yürümeye başladığında bir anlığına durup omzunun üzerinden bana baktı. "Oğluma onu sevdiğimi söyle. Her şeyden çok."

Her şey yavaşça anlam kazanmaya başlarken ilk hissettiğim parmaklarımı kavrayan iki farklı el oldu. Göz kapaklarımı açmaya çalıştım ama ağır geldi. "Hey, göz kapakları kıpırdadı!"dedi Bahar'ın tanıdık sesi. Bir kez daha gücümü toplayıp denedim.

Karşılaştığım ışıkla kamaşan gözlerimi birkaç defa kırptım. Gözlerim koyu kahve tavandan ayrılırken bir çift mavi-yeşil gözle karşılaştım. Gözleri kısıldığında hemen aşağısındaki dudaklara odaklanmıştım, kenarları kıvrılmıştı. Gülümsedi.

"Günaydın uykucu."diye takıldı Sarah. "Bizi çok korkuttun!"dedi Bahar boynuma atlarken. Tek kolumla ona sarılırken diğer elim hala sıcacık parmaklar arasındaydı. "Farklı hissetmiyorum."dedim umutsuzca, ağlamasına dayanamıyordum. Bu spesifik bir şey değildi. Ağlayan birini gördüğümde onunla oturup ağlayabilecek bir potansiyele sahiptim. "Farklı görünüyorsun."dedi Cenk gülerek. "Farklı?"

"Hmm... Üçüncü bir gözün ve dört delikli bir burnun var." Jade onu dürtükledi. "Hey, şuna bak! Gözleri nasıl da kocaman oldu!"diye takılmaya devam etti. Bahar nazik bir şekilde herkesi odadan kovalamasına rağmen sıcak eller bırakıp gitmemişti. Cenk'in söylediklerinden sonra içimin rahatlaması için ayna istediğimde, ilk kez, Berkay kalkmış ve Bahar'ın masasının üzerindeki aynayı almıştı. Bana uzatırken fısıldamıştı. "Çok güzelsin."

Kapı kısaca çalınıp cevap vermemize fırsat tanınmadan açıldığında içeriye Eğitmen Alp ile birlikte bir kadın ve diğeri erkek iki kişi daha girmişti. "Nasıl hissediyorsun?"diye sormuştu kadın. "Daha iyi."

"Çoğu melez dönüşümünü birileriyle geçirir. Bu ailesinden biri olabilir, sevgilisi veya özel yollardan ona katılan biri." Neyi kastettiğini anlamıştım. Ama Itır'ın varlığını şimdilik bilmeseler daha iyi olabilirdi. Boğazımı temizlerken rahat olmaya çalışıyordum. "Ben bir melez değilim ve hayır, tek başınaydım." Eğitmen Alp'in gözleri üstümde dolaşırken kıpırdanmamak için kendimi zor tutmuştum. Daha sonra kısa bir an Berkay'ı süzmüştü. Dönüşümüm ile ilgili birkaç soru sormuşlar ve daha sonra Eğitmen Alp damgamı yeniden görmek istemişti. Kalçama kadar inen damgamı sadece bel hizama kadar göstermiş ve sorduğu sorulara basit cevaplar vermiştim ve çok geçmeden üçümüzü yalnız bırakmışlardı.

"İyi misin?"diye sormuştu Berkay yatağıma çöktüğümde.

"Kesinlikle! Üzerimden toma geçmiş gibi hissediyorum." Yüzümü yıkamak için banyoya girdiğimde sakladığım kolyeyi tekrar boynuma taktım. Itır'ın bana verdiği kolye uyandığımda esraregiz bir biçimde boynumdaydı. Bunu damgama bakacakları zaman hazırlanmak için banyoya geldiğimde fark etmiş ve banyo dolaplarından birine koymuştum. Odaya geri döndüğümde Bahar'ın olmadığını fark ettim. Berkay uzun adımlarla yanıma gelmişti. "Ne olduğunu anlatır mısın?"diye söze girdim. "En son beni tuttuğunu hatırlıyorum. Sonrası... Bulanık."

"Ani acıya dayanamadın ve kan basıncın bozuldu. Sonrasında şok geçirdin. Yaklaşık on gündür bilincin kapalı yatıyordun; inliyor ve kıvranıyordun. Lanet olsun! Beni azat ettiğin için acının boyutunu da anlayamıyordum. Hoş, azat etmeseydin böyle bir şey de olmayacaktı."

"On gün mü?" Başını salladı. "Beni çok korkuttun." Uzun kollarını etrafıma doladığında kalakalmıştım. "Burada öylece beklemek, bir şey yapamamak, anlayamamak, hissedememek... Korkunçtu." Başını saçlarıma gömmüştü. "Çok mu korktun?"dedim gülerek.

"Komik değil."

Kollarını çözüp bir elini kaldırdı, uzun parmakları şakaklarımdan boynuma inerken gözlerimi kapatmıştım. Ellerini hissetmememle gözlerimi eş zamanlı olarak açmıştım ama yoktu.

Gitmişti.

SAVAŞÇI: Melez Okulu & SAVAŞÇI: Yeni Hayat |  ♡ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin