YENİ HAYAT ☆ 4

4K 95 0
                                    

Bölüm.4

Savannah

Tam bir kahve bağımlısıydım. Kahvaltılarımın, molalarımın, boş zamanlarımın olmazsa olmazı kahve yüzünden de kalsiyum ve magnezyum eksikliği yaşayan bir bedene sahiptim. Vücudumun ihtiyacını duyduğu bu minerallerin eksikliğini çekmesi ise başta bacak kaslarımdaki kasılmalar olmak üzere bende pek çok sorun oluşturuyordu. Bitmek bilmeyen baş ağrılarım, zaman zaman ellerimin pelteye dönüşmesi bunlardan yalnızca bir kaçıydı. Yaşadığım tüm bu problemlere rağmen kahveyi bırakamamam - şekersiz, sütsüz, katran gibi olan o koyu renk sıvıyı - benim ya mazoşist olduğumun bir göstergesiydi ya da aptal.

Yine o kasılmalardan birini yaşarken - genelde beni en derin uykularımdan bile uyandıracak kadar şiddetli ve acı verici olurdu - kendime geldim. Berbat derecede yaşadığım ağrıya ek olarak bir de başım ve omurgamın bel hizasındaki bir yer daha ağrıyordu. Bir süre yattığım yerde her zaman yaptığım o rahatlatıcı hareketleri yapıp acının geçmesini bekledim. Bu esnada ellerim her iki yanımda çarşafları sıkıştırmıştım. Acının artçılarını yahut daha kötüsü, geri gelmesini beklerken temkinliydim. Bu sırada da uykunun verdiği o sersemlikten kurtuluyordum.

Çıplaktım!!

Üzerimde hiçbir şey yoktu. Tam anlamıyla hiçbir şey. Üstüne üstlük uyandığım bu yatak benim yatağım değildi, kaldığım bu yatak yeni evime ait bir oda da değildi.

Zihnimde geçiş yapan anılar, en son o kızıl cadının beni ittirdiğini gösteriyordu. Baş ağrım daha da artarken oradan buraya nasıl geldiğimi düşünüyor, ancak bir şey bulamıyordum. Sakinleşmeye odaklanıp içimden sorularımı tekrarladım.

1. Neden çıplaktım?

2. O uçurum kenarından buraya nasıl gelmiştim?

3. Beni kim, nasıl bulmuştu?

4. Burası kime aitti?

5. Annem yokluğumu fark etmiş miydi?

Kapalı perdelerden anladığım kadarıyla güneş doğmuş ya da öyle bir şeydi. Bu durumda en iyi ihtimalle ertesi günün sabahında olmalıydım. Yatağın koyu renk çarşafını söküp etrafımda doladıktan sonra ayaklandım. Bacaklarım bana ihanet edercesine titreyip sallantıdayken yürüme yetimin zayıfladığını fark ettim. Ellerime gelen geçici hissizleşme bacaklarıma da mı yayılmıştı? En kısa zamanda bir doktora görünmeliydim.

Titrek ve küçük adımlarımla bacak, sırt ve kasık ağrılarıma inat odadaki büyük siyah dolaba ulaşmayı başardım. Aklımdaki soruları cevaplamadan önce üzerimde iki parça kıyafet olmasının kimseye bir zararı olmazdı - bana olacak olan faydalarından bahsetmiyorum bile -. Siyah, cilalı dolabın sürgüsünü çektiğimde karşılaştığım görüntüyle sahibini takdir ettim içten içe. Tam bir obsesif olmalıydı! Bu kadar düzeni ancak saplantılı bir kontrol manyağı sağlayabilirdi. Kontrolcülüğünün kendine kadar olduğunu varsayıp ortadaki çekmecelerden aldığım iç çamaşırını altıma geçirdim. Sonrasında ise raflardan koyu renk bir tişört çıkarttım. Tişörtün üzerinde birkaç tanesi daha durduğu için ben alırken diğerleri devrilip yere düştü. Kendime aldığımı başımdan geçirdikten sonra diğerlerini hızlıca katlayıp yerlerine yerleştirdim.

Odanın kapı kulpunu temkinli bir şekilde çevirirken kilitli olmadığını varsayıyordum. Bingo! Kapıyı yavaş bir şekilde açıp odadan çıktım. Bu paranoyam ne içindi, bilmiyordum. Odadan çıktıktan sonra odanın çok güzel koktuğunu fark ettim. Kendine has atmosferi varmış gibiydi, ve bu yerin şu an bulunduğum kısmından farklı bir aurası vardı.

Çıktığım koridorda gelen televizyon seslerini takip ederek yolumu bulurken ulaştığım büyük ferah salonda yabancı olmayan bir suretle karşılaştım. Fazlaca gürültü çıkararak gelmiş olmalıydım, ben geldiğimde salonun ortasında ayakta koridora yönelmiş bir şekilde ilerliyormuş gibiydi.

Karşılaştığım siluetle ağzım şaşkınlığımın bir sonucu olarak açılırken tepeden tırnağa kızardığımı hissettim. "Beni sen mi soydun!?"

Kaşları çatılırken birkaç adımda dibimde bitmişti. Odadaki aynı koku ondan gelince sorularımdan biri, birkaçı, kendiliğinden cevaplanmış oldu.

"Sana iyilik yaptım!" dedi küstah, kendini beğenmiş mağrur sesi. "Bir daha seni çırılçıplak bulduğumda kılımı bile kıpırdatmayacağım." dedi iğrenç iğneleyici tonuyla. Tamam, iğrenç değildi. Sesi de görüntüsü kadar muhteşemdi. Ancak yalnızca bir kabuktu. Jason Highmore içi boş bir fındık kabuğuydu. "Ayrıca, sana evine gitmeni söylemiştim!"

"Ben çıplak falan değildim!"

Üstüme doğru bir adım daha atarken homurdandı. "Gözlerim de öyle diyordu."

"Alkollü olup olmadığına emin misin? Belki de madde falan kullanıyorsundur." Hırçın çıkan sesimle öfkesi göze görülür bir şekilde ortaya çıkarken bunun bir işe yaramayacağını anlamam uzun sürmedi. Rahatlatıcı birkaç derin nefesin ardından tekrar denedim. "Dinle, Jason. Bak ben-"

Eliyle ağzımı kapatırken yüz hizama kadar eğildi. Bir diğer eli başımın arkasını kavrarken sessiz olmamı fısıltıyla söyledi. Ben ise zaten oluşan bu fazla yakınlığın etkisiyle dut yiyen bülbüle dönmüştüm. Hoş kokusu ciğerlerime dolmuşken kahverengi gözlerindeki yeşil hareleri ilk defa gördüm.

"Ses çıkarma. Geldiğin odaya dön, kapıyı kilitle." Jason bana direktiflerde bulunurken benim o an tek düşündüğüm kulağıma çarpan dudaklarıydı. Bunun farkına vardığımdaysa hızlıca başımı sallayıp onu onaylıyormuşum gibi yaptım. "İçerdeki dolaba gir, acele et."

Ben kendime inanamayarak dediklerini harfiyen yaptım. Hızlı ve sessiz olmasına özen gösterdiğim seri adımlarımla odayı girip ardından da dolabın sürgüsünü çektim. İçimde küçük bir yer dağıtacağımı adım gibi bildiğim kıyafetler için üzülse de Jason'ın talimatlarını uygulayarak dolaba girip sürgüsünü çektim. Lakin nefes almam gerektiği için sonunda birazcık boşluk bıraktım.

"... ucubeyi saklamadığına eminsin yani? Radarlar dün gece okyanusta bir syren yakaladı!" Yaklaşan seslere dikkat kesildiğimde konuşan her kimse tanıdık geldi.

Sonra Jason'ın kayıtsız, sıkılgan sesini duydum. "Bilmiyorum. Tek bildiğim burada olmadığı." Kapı tokmağı çevrildi. İşte o an dolabın içinde kalakaldım. Kapıyı kilitlemeyi unutmuştum!

Kapı açıldığında içeri girmesini beklediğim adım sesleri gelmedi. "Bir yerlerde bir anlaşma vardı, hatırlıyor musun?"

"Kapı..."

"Odama kimse giremez, Jamie Nick. Şimdi evimden def ol!" Jason'ın hırıltıyı andıran sesi kulağım iliştiğinde ben söylediklerini düşünüyordum. Jamie... Şimdi sesin neden, nereden tanıdık geldiğini anlamıştım. İyi ama neden gelmiş ve Jason'dan hesap sormuştu ki? Neden Jason beni apar topar buraya göndermişti? Dahası Jamie'nin geldiğini nasıl anlamıştı? Aralarında geçen konuşmanın çoğunu kaçırsam da yakaladıklarımdan pek bir şey çıkmazdı. Tek anladığım Jamie, Jason'ı bir syren saklamakla itham etmişti.

Syren...

Oysa Jason'ın tek sakladığı...

Adım sesleri tekrar yaklaşırken halen daha dolapta olduğumu fark ettim. Jason, aralık olan kapıdan içeri girdiğinde ben de içini savaş meydanı gibi karman çorman bir hale getirdiğim dolaptan yeni çıkmıştım. Bir süre yalnızca yüzüme baktı. Bir şeyi sorgular, daha doğrusu düşünüp tartar gibi. Herhangi bir şey demedim. Sadece bakışlarının üzerimdeki etkisi olarak nefes alış verişlerim sıklaşıyordu. Nihayetinde sessizliği bozan o oldu.

"Seni eve bırakayım."

İtiraz ettim. "Önce eve gidemem, arabamı almam gerek." dediğimde o çoktan arkasını dönüp yürümeye başlamıştı bile. İsteğimi belli belirsiz bir baş hareketiyle onaylayıp odadan çıktı. Saniyeler henüz geçmişti ki bariton sesi tüm evde yankılandı. "Gelmiyor musun?"

Hızlı, sarsak adımlarım gittiği yolu izlerken tıpkı onun yaptığı gibi bağırdım. "Geliyorum!"

Ah, harika!


SAVAŞÇI: Melez Okulu & SAVAŞÇI: Yeni Hayat |  ♡ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin