Yoksa 'finali tokatla bitir' dediğini anlatacak kadar da aptal değildi Ferit.

2 0 0
                                    

     Bugün üçüncü günüydü taşınalı. Aslında iyi olmuştu bir bakıma. 'Otelde kafamı dinlerim, rahat rahat romanımı yazarım' diyordu ama bir türlü konsantre olup, başlayamamıştı gelişmelerden. Hava iyice kışlamıştı. Gökyüzünde gri bulutlar dolaşıyor, dalgalar coşmuş, köpük köpük kıyıyı döverek kumsalı kaplıyor, denizde yüzen çerçöp ne varsa sahile taşıyordu. Villanın bahçesindeki ağaçların dalları fırtınadan kırılacakmış gibi bir o yana bir bu yana sallanırken, çatılardan, pencere pervazlarından uğuldayan rüzgâr onları yerinden sökecek, parçalayacakmış gibi esiyordu. Tam da istediği gibi bu hava, gezme havasıydı. Bir dakika bile duramazdı evde. Rüzgâr kuvvetli estiğinden Mudanya'ya gidecek, olmadı Bursa'ya inecekti. Duruma göre.
     Nasılsa romana başlayabilmişti çok şükür. İki arada bir derede kalmış kadın hayatlarını yazacaktı. En çok da kendini genç hisseden ama orta yaşa doğru yaklaştığını fark edip telâşa kapılan, kırık aşk hikâyeleri olan kadınları yazacaktı. Malzeme, Nesrin gibi kadınlardı. Yine Nesrin gelmişti aklına. Nesrin, Nesrin... Zaten hiç çıkmıyordu ki aklından. Yeni yetme delikanlılara dönmüştü. Aşk böyle bir şey miydi acaba? En son lise ikinci sınıfa giderken sevmişti birini böyle. Çocukluk aşkı işte. Yemeden içmeden kesilmiş, onu görmeden bir dakika olsun duramıyor, karnına ağrılar giriyor, hep onun bulunduğu ortamlarda dolaşsın, hep onunla göz göze olsun istiyordu. Onun bir gülüşü, bir bakışı dünyalara bedeldi o zamanlar. Bu da böyle bir şey mi olacaktı yoksa? Bu yaştan sonra eğer aşk, çocukluğundaki gibi sersefil yapacaksa, onu duvardan duvara vuracaksa... Yok canım, daha neler. Sanırım bu yaşta o saf duygular pek yaşanmazdı. Belki de daha başka olurdu. Ne bileyim, daha bir tutkulu olurdu. Daha başka bağlanırdı. Bağlanmak? Eyvah! İşte en korktuğu şeydi bir şeye veya birine bağlanmak. Çünkü bağlandın mı, onunla bir ömür boyu beraber olacaksın. Hep yanında olacak, hep onunla olmak zorunda kalacaksın. Tamam, bu durum aslında ilk bakıldığında kötü bir şey gibi gelmiyordu ama biraz ayrı kalındığında, özlem insanı ta şurasından çekiştirir dururdu. O yüzden bir şeye, bir kimseye bağlanmaktan çok korkuyordu. Ama yine de bu akşam oturmuş, liseli çocuklar gibi, mısralarının baş harfleri illâ ki Nesrin'le başlayan küçük bir şiir yazmıştı onun için. Yazmıştı yazmasına ama nedense her şiir gibi bu da ayrılıkları anlatıyordu. Neden bütün şiirler hep ayrılık anlatır? Neden hep hüzünlüdür türküler? Şöyle neşeli bir şiir olsa, aşk şiiri olmaz mı? Yok, olmaz. Ayrılık olacak ki şiir, şiir gibi olsun.

Neden be gülüm neden, bu ayrılık neden
El mi olduk ikimiz, ansızın istemeden
Sen de sevmemiş miydin benim kadar
Resmimi can gibi, kutsal bir emanet gibi
İçimde, ta içimde saklıyorum demiştin ya
Ne oldu da şimdi dünya bu kadar, ikimize dar

Baş harflerin uyduracağım diye pek bir zorlama şiir olmuştu ama olsun. Şiir yazmada iyi değildi zaten. Bir an, bu yazdığı şiiri Nesrin'e okumayı düşündü ama sonra vazgeçti. Okuyup da kızın aklını bulandırmanın âlemi var mıydı şimdi durduk yerde? Varsın kendisinde kalsındı bu şiir. Belki ileride yine böyle baş harfleri Nesrin olan ama güzel duygular anlatan, daha güzel bir akrostiş bir şiir yazardı da onu okumak kısmet olurdu... Kim bilir?
     O gün Nesrin'le yaşadıklarını, ömrü boyunca unutamayacaktı. Gerçi rüya gibi geçen o muhteşem günden sonra, bir daha görüşme fırsatı olmamıştı. Ne Nesrin aramıştı onu ne de o Nesrin'i. Belli ki utanıyordu. Çünkü ani gelişmişti birliktelikleri. Anlayamamıştı bile. Acaba Nesrin, bir daha aynı şeyi tekrar etme cesaretini kendinde bulabilir miydi? Hiç sanmam. O, bir duygu yoğunluğu patlamasıydı. Ama belli olmaz, tekrar karşılaştıklarında anlaşılacaktı. Gerçi bir daha nasıl karşılaşacaklarını o da bilmiyordu ya. Acaba arasa mıydı? Yok canım, daha neler? Yeni yetme âşıklar gibi. Ama niye olmasın ki? Bir hatır sorsa acaba yanlış anlar mıydı? Anlardı tabi. 'Kart zampara. Aldı körpe kadının tadını, peşimi bırakmıyor' diye düşünür müydü? Eh, tabi düşünür. Yok, niye düşünsün ki? O mu istemişti birlikte olmayı? Çabucak canlandırdı gözünde o günü. Nesrin'in onu baştan çıkardığını hatırlıyordu sanki. Hadi, yalan söyleme kendine Ferit. Sen kaçın kurasısın oğlum. Kadıncağızın kanına girmedin mi? Yok, 'bu ıslak elbise fena durmuyor üzerinde' falan... 'Bana burada Ferit de, ne dersen de' gibi laflar. Neyse, olan olmuştu artık. Geçmiş, geçmişte kalmıştı. Bir daha öyle yoğun duyguları tekrar yaşar mıydı acaba? Bilinmez. Belki de bu sadece bir başlangıçtı. Devamına hazırlıklı olmalıydı. Ama yeri ve zamanı belli olmayan bir ilişkiydi bu. Yine kendi kendine gelişecekti ilkinde olduğu gibi. Aslında böyle ilişkileri seviyordu Ferit. Gelişi belli olmayacak, apansız gelişecek. Yaz yağmuru gibi. Ansızın bir yerlerden gelip, damlalarını bıraktıktan sonra güneş açıverecek. Kısa aralıklarla. Yağmur, ardından güneş... Güneş, ardından yağmur. Yoksa hep yağmur hep yağmur olmazdı. Sonunda sele dönüşür, bıktırırdı insanı. Devamlı güneş de kavurur ortalığı, o da olmaz. Bıktırmasa da öylesine bir alışkanlık olur, sanki bir görevmiş gibi kabul edilirdi. Bu gibi emrivakiler Ferit'e göre değildi. Off! Yine felsefe yapmaya başlamıştı kendi kendine.
     Bora ile olan kavgasını duymuş muydu ki Nesrin? Gülümsedi. Duymaz mı? Anında yetiştirmiştir Gülnaz teyzesi. Çok merak ediyordu duyduğunda verdiği tepkiyi. Ama sorulmaz ki 'ne dedi' diye. Gülnaz aklına düşünce kafası karıştı. Bu kadın da onu istiyordu. Aslında o, tam Ferit'in dengiydi. Çok iyi bir ilişkileri olabilirdi. Ama yanlış yapmıştı. Ona en uygun olan kadın dururken, ne olduysa gidip Nesrin'e kapılmıştı. Bunu kendi de çok iyi biliyordu. Biliyordu da işte gönül, ona hükmünü geçirememişti. Gülnaz ne olacaktı bu arada? İllâ ki yakında duyacaktı ikisinin ilişkisini. Duymasa bile işkillenecek, boyuna sıkıştıracaktı Ferit'i. Yok, böyle ikili oynamayı beceremezdi. Ömrü hayatında hep dürüst olmaya özen göstermiş, hiç kimseye ne konuda olursa olsun, yalan söylememişti. Gidip cesaretle anlatacaktı. Aslında o, çok olgun bir kadındı. Onu anlayacağını umuyordu. Acaba anlar mıydı, yoksa 'senin genç kadınla ne işin olur' deyip ona yapmadığını bırakmaz mıydı? Hem niye yapsın ki canım? Aralarında sanki bir şey mi geçmişti? Sadece ondan hoşlandığını belli etmişti kadıncağız, o kadar. Gülnaz'ın Ferit'e olan bu tutkusu, tek taraflı, geri dönülmez bir aşka dönüşmeden, hemen önlemini almalıydı. Çünkü o, çok iyi bir kadındı. İyi bir dosttu da. Onunla olan bu dostluğuna zarar gelsin istemiyordu. Ama Nesrin'le aralarında filizlenen bu ilişkiyi hazmedebilecek miydi bakalım? Zaman gösterecekti onu artık. Yok yok, bu işler çok ileriye gitmeden, Gülnaz'a durumu direkt olarak anlatmasa bile, ima yoluyla veya... Tabii, sahi ya! Nesrin'e bu konuyu açıp, onun fikrini alabilirdi. Kadınlar bu işlerde çok ustadırlar. Belki de onun anlatmasına gerek bile kalmadan, Nesrin vasıtasıyla halledebilirdi bu işi. Off! Ne zor şeymiş bu gönül işleri. Herkes böyle miydi acaba? Sanmıyorum. Çoğu erkeğin bildiği, belden aşağı fıkradaki horozun dediği gibiydi düşüncesiz erkekler. Bu durum ona göre olmadığından böyle ince eleyip sık dokuyordu.
     Yine dalmıştı her zaman kendi kendine yaptığı akıl muhasebesine. Bu böyle olmayacaktı. Arabanın anahtarını aldığı gibi komodinin üzerinden, vestiyerden de kışlık paltosunu sırtına geçirip siyah yün atkısını boynuna taktığında, rüzgârlı tepede, muhteşem manzaralı evinin bahçesindeydi şimdi. Gerçekten hava çok soğuktu. Mudanya'nın soğuğu bu kadar olmaz ama evi tepe bir yerde olduğundan, böyle etkiliydi belki de. Soğuk kendine getirmişti onu. Sıkı sıkı sarıldı paltosuna. Etekleri rüzgârda uçuşarak, üstü korunaklı tentenin altındaki külüstür arabasına gitti. Güldü kendi kendine. 'Satacağım seni ulan, görürsün' diyordu İstanbul'dan gelirken ama 'bu yolda ondan başka arabanın gidemeyeceğini' düşündüğünde, külüstür cipinin eline kalmıştı. Geldi, emektar dostunun kaportasını okşadı hafifçe. "Şaka yaptım şaka. Sen benim ilk göz ağrımsın. Sana kıyabilir miyim?" deyip, gönlünü aldıktan sonra kapısını açıp bindiğinde, kontağı çevirdi. Motoru çalıştırıp bir müddet hareket etmedi. Aracın içi ısınmaya başlamıştı.
     Az sonra evin bahçe kapısını uzaktan kumandayla açıp, yola koyulmuştu bile. Taşlık yolu hızla geçip asfalt yola indiğinde, önce Eşkel yönüne gitmeyi düşünse de 'bu mevsimde orada tek başıma ne yapacağım' deyip, aracın yönünü Mudanya'ya doğru çevirdi. Orada da olmazsa Bursa'ya. İşi neydi ki? Yüklendi gaza, hayata yüklendiği gibi. Deli dolu.

YABANGÜLÜ NESRİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin