Akşam saati... Bankanın önünde bekliyordu Bora. Çalışanlar birer ikişer çıkmaya başlamışlardı. İşte kapıdan göründü Nergis. Yanındaki kız arkadaşları da görmüştü Bora'yı. "Hişt, seninki yine gelmiş kız. Vallahi kaptırırsın bunu buralarda, haberin olsun." dediklerinde, "Kışt kışt! Önünüzden yiyin, haydi!" dedi Nergis gülerek. Şakalaşarak ayrıldılar caddeye doğru.
Gelip oturdu Bora'nın yanına. Sanki yüzü düşmüş gibiydi. "Ne oldu balım? Bir şeye mi canın sıkıldı?" diye sordu Bora. Nergis 'yok bir şey' dese de söylemeden yapamazdı. "Boracığım, sen her akşam gelme beni almaya istersen."
"Yok ya, sorun değil. Biliyorsun gazete şurası. Çıkış saatlerimiz de çakışıyor. Sen dert etme bir tanem. Senin için her yere gelirim." Of ya! Anlamamıştı işte. Nergis'in hâlâ somurttuğunu görünce tuttu çenesinden, çevirdi yüzünü kendine doğru. "Bak bakayım bana," dedi gözlerine bakarak. "Bir sorun mu var benim bilmediğim?" Tam söyleyecek gibi oldu Nergis ama kıvırdı yine. "Ya boş ver, önemli değil." deyince, arabayı yanaştırdı sağa doğru. Kent Meydanı girişindeki lokantaların önündeydiler şimdi. "Sen şu derdini söyle hele." Baktı ki Bora ısrarcı, itiraf etti. "Ya, şey işte. Bizim kızlar seni çok beğeniyor da ondan."
"Ee?"
"Anla işte, kıskanıyorum seni onlardan."
"Hasbinallah" deyip boynunu büktü. Tekrar yola çıkıp, gülümsedi Bora içten içten. 'Ah bu kadınlar, ah bu kadınlar. Bu kaprisleri de olmasa ne güzel olurdu dünya' diye iç geçirdi. Kendileri kıskandırmak için her türlü numarayı yaparlar, erkekler hiçbir şey yapmadığı halde yanlarından bir dişi sinek geçse, hemen kanadından nem kaparlar.
"Niye gülüyorsun Bora?"
"Gülmüyorum ama..."
Bora dudaklarını ısırıyordu gülmemek için. Nergis, baktı onun yüzüne, "Gülüyorsun işte," dedi işkillenerek. "Bak, gülmemek için direniyorsun. Ne yani, o yellozlara mı kaptıracağım seni? Yoksa beğenmiyor musun beni?" Başlamıştı yine... Sesini çıkarmadı Bora. Sonra bileklerine baktı Nergis. "Çok mu zayıfım?"
"Yok, değilsin..."
Şöyle bir kendini inceledi, "Kırk altı kiloyum ama." deyince, Bora onu duymamazlıktan geldi, "Bak ne diyorum balım," dedi aklına bir şey gelerek. "Nasıl olsa yarın Cumartesi, yani tatil. Bu gece senin istediğin bir yere gidelim. İkimiz, şöyle baş başa güzel bir yemek yiyelim. Ama harbiden yemek yiyelim, tıka basa. Ne dersin? Bakalım seni şişmanlatacak mıyım?" Kocaman gülümsedi Nergis. "Aman Bora, sen de yani. Yemekle kilo alınsa. İşte olsun, evde olsun; hep abur cubur yiyorum ama gram kilo alamıyorum." dedi ve ekledi. "Hep annem der, 'senin içinde kurt var' diye."
Göz kırptı Bora. "Boş ver sen onu. Nereye gidiyoruz, onu söyle."
Şöyle bir düşündü Nergis. Birden aklına geldi. "Mudanya tarafına doğru açılalım istersen. Hah! Eşkel'e gidelim mi? Şimdi oralar kalabalıktır. Böyle kıpır kıpır. Oturur, eğleniriz sahilde bir yerlerde." Eşkel lafını duyunca, canı sıkıldı ama hiç belli etmedi Bora. Orada hatıraları vardı Nesrin'le. Gülümsemeye çalıştı. "Bak iyi olur. Şehrin stresinden uzak." Ona böyle diyordu ama Allah biliyordu ya hiç canı istemiyordu oraya gitmeye. Kaçıp kaçıp az mı gitmişlerdi Nesrin daha evliyken. 'Ne yapalım' deyip, kırdı direksiyonu çevre yolundan çıkarak Mudanya yönüne doğru.
Mudanya'ya vardıklarında, hava yeni kararmaya başlamıştı. Sahilde iki ileri bir geri gezindiler biraz sarmaş dolaş. Kayalıklara oturup, yeni yetme âşıklar gibi öpüşerek, iskele ışıklarının dalgalarla olan dansını seyrettiler fısıldaşarak. Köşe başındaki seyyar büfeden midye dolma yediler, bol limonlu. Nergis, 'doydum artık' dese de gözlerine kestirdikleri bir balık lokantasına girip bol salata ile birlikte, levrek buğulamanın tadına baktılar. Oradan kalktıklarında, yan taraflarındaki kafenin ikinci kat balkonunda kahvelerini yudumlarken, şişmiş karnını gösteriyordu Nergis. "Bora, şuraya bakar mısın?" diyordu. "Her yerim zayıf ama karnım çok kötü şişmiş. Ne çirkin duruyorum ya."
"Ha öyle mi? Ben de diyordum ki ulan bu kız ne zaman hamile kaldı böyle."
Nergis, masanın üstündeki elini çimdikledi. "Bora ya..."
Çapkınca gülümsüyordu Bora. "Ne?"
"Deme öyle, utanıyorum ben."
Sahi, doğru ya, bildiği kadarıyla daha kızdı Nergis. Evleneceği erkeğe saklıyordu kendini. Ha, bir de bu vardı kadınlar arasında. Bu yaşına kadar gez toz eğlen, her haltı et, yap... Ohh, sonra da 'ben kızım' diye kasım kasım gez, dolaş. Kız kalmakla her şey tamamdı sanki. Önemli olan kız kalabilmek değil, namuslu kalabilmekti. Asıl namusun sizin sandığınız yerde değil de beyinde olduğunu herkes biliyor artık. Ama şimdilerde devir değişti. Eskisi gibi ilişkiler perde arkalarında gizli gizli yaşanmıyor. Artık her şey ayan beyan ortada. Genç kızdır, hata yapar... Oldu ki inandı, bir ilişki yaşadı ve terk edildi biri tarafından. Olmaz mı? Olur. Ne yani? Şimdi o, ömür boyu bu ilişkinin cezasını çekip, namussuz damgası mı yiyecek? Nedir bunun kıstası? Kim veriyor bu ölçüyü onlara? Asıl namussuz, kızı o zor duruma düşürendir. Ona namussuz damgası vuranlardır.
Şimdi Bora düşünüyordu ki Nergis'le olan ilişkisinde biraz ileri gittiklerinde, oldu ya bir engel çıktı karşılarına, evlenemediler... Ne yani? Nergis'e bundan sonraki yaşamında hep namussuz gözüyle mi bakılacak? Böyle bir şey var mıydı? Örneğin, Nesrin ile bir ilişki yaşadılar ve olmadı, gitmedi işte. Bir şekilde devam edemediler ve ayrıldılar. Ne yani, şimdi Nesrin namussuz mu oldu? Ha sahi, Nesrin kız değildi. Onunla yaşanılan böyle bir ilişki normal karşılanır toplumda. Ulan, insan ağzını bırakıp başka bir yeriyle güler buna. Bu çağ dışı düşünceleri kim ısıtıp ısıtıp getiriyor, toplumun önüne koyuyor böyle Allah aşkına?
"Bora, bir tanem... Ne düşünüyorsun deminden beri?"
Bora toparlamaya çalıştı, "Şeyy, ben mi? Yok ya, dalmışım işte." dedi kekeleyerek, aklındaki düşüncelerle. "Buradan sonra nereye gidelim, onu düşünüyordum " diye pembe bir yalan kıvırdığında, Nergis, çiçek dalları gibi savurdu bukleli saçlarını. "Tamam o zaman, kalkalım artık. Kahvemizi içtik. Bu yüzden, Eşkel'deki gün batımını da kaçırdık ama olsun." deyince, manalı şekilde baktı yüzüne Bora, "Sen canını sıkma bir tanem. Gün batımı kaçtı ama daha sırada gün doğuşu var." dedi insanın içini ısıtan gülümsemesiyle. "Onu seyrederiz ikimiz baş başa sabaha karşı." 'Vay beyim vay! Sabaha karşı gün doğuşunu seyredecekmiş. Nergis kızarmıştı. Ee, eşek değildi ya, anlıyordu ne demek istediğini az çok. Anlıyordu da evlenmeden önce bu ilişkilerin, ne gibi kötü sonuçlar doğurduğunu bilen kızlardandı. Bu gece geceleyecekler, sabahında da gün doğarken uyanacaklar öyle mi? Yemezler Bora Bey. Biraz önce söylenenleri anlamamış gibi yaptı Nergis. "Uygun bir zamanda erkenden gelir alırsın beni evden. Güzel bir yerde kahvaltı yaparken, gün doğuşunu ikimiz baş başa öyle seyrederiz, olur mu canım?" deyince, Bora buz gibi oldu. Olmaz mı, ne demek? Tabi ki olur. Ah ulan ah! Lafı sokmuştu. Anlaşılan çetin cevizdi bu kız. Bir yerlerde okumuştu galiba; 'bir eğlenilecek kız vardır, bir de evlenilecek kız.' İşte Nergis ikinci olanından, yani evlenilecek kızdı. Yoksa ona numara mı yapıyordu böyle kendini ağırdan satarak? Neyse bakarız artık, gece uzun. Öğrenirdi işin aslını nasıl olsa.
Arabaya atladıkları gibi, Eşkel'in yolunu tutmuşlardı. Trilye'yi geçerken, vakit epey geç olduğundan, sahile inip zaman kaybetmek istemediler. O yüzden, devam ettiler köyün içinden. Yarım saat sonra Eşkel'deydiler. Uygun bir yere aracı park ettikten sonra sahile inmişlerdi. Yazın burasının havası daha bir başkaydı. Eğlence cümbüş, gırla gidiyordu. Sahil kenarına kurulmuş, açık aile çay bahçesi tarzındaki yerlerden, sanki insan boğazlıyorlar gibi bir müzik sesi geliyordu ki sormayın. Şarkıcı geçinen kıronun birisi ağdalı sesiyle cıyak cıyak arabesk söylerken, hemen yanı başındaki bahçede, Bursa'nın üçüncü sınıf pavyonlarından tutup getirilmiş, yaşı geçkince, güzelleşeceğim derken kendini maskara sirk maymunu gibi boyamış, sözüm ona şarkıcıyım diye ortalıkta dolaşan, inadına çirkin mi çirkin, obez bir kadın, o güzelim halk türküsünün kafasını gözünü yara yara, sanatını(!) icra etmeye uğraşıyordu. Arada bir de demez mi, 'hop eller havaya, hadi bakalım hep beraber söylüyoruz şarkının burasını' diye. Bora ile Nergis, gülüşerek geçtiler oralardan. Hah, ileride Nergis'in de bildiği bir bar vardı... Kumbar.
İçeriye girdiklerinde, onları bildik bir atmosfer karşılamıştı. Pek bir değişiklik yoktu. Yine klavyenin başında o sakallı genç vardı. Adı Kerem... Yirmi beş yaşlarında, uzun boylu, sırım gibi delikanlıydı. 'İçeri girenleri görmek için radarı mı var bunun' diye düşünmeden edemedi Nergis. Bir de ona adıyla hitap etmez mi "Oo, Nergis Hanım da teşrif etmişler," diyerek. "Hoş geldiniz Nergis Hanım. Şeref verdiniz. Şöyle buyurun efendim." Böyle dedikten sonra baş selâmı verip dönmüştü yine şarkısına. Ama bu defa klavyede söylediği şarkıyı yarıda kesip, "Yar saçların lüle lüle, yar benziyor beyaz güle. O gül benim hayatımdır, ölürüm de vermem ele. Yar yar aman, yar yar aman. Yar yüreğim oldu keman. Kavuşmamız yar ne zaman, yar ne zaman." diyerek devam ettiğinde, Bora'nın yüzü allak bullak olmuştu. Klavyedeki genç, resmen Nergis'e söylüyordu bu şarkıyı. 'Nereden tanıyor seni' der gibi onun yüzüne baktığında Bora, ne diyeceğini şaşırmıştı Nergis.
Birkaç kere teyzesi ve Nesrin'le, bir defa da Ferit Bey'le hep beraber gelmişlerdi buraya. Kerem'in ilgisini o da sezmiş, bir genç kız kalbi olarak hoşlanmıştı o zaman ondan. O da masum genç kız gülücükleriyle karşılık vermiş, hatta o zaman istek şarkı bile istemiştiler hep beraber. Demek ki adını ta o zamandan beri unutmamıştı. Gizli bir sevinç duydu bundan ama fark ettirmemeye çalışıyordu. Bora hâlâ bir cevap bekler gibi bakınca, savunmaya geçti Nergis. "Burasının sahibi, Gülnaz teyzemin otel müdürü Faruk Bey'di, belki bilirsin. Gerçi işten ayrıldı ama o zaman sık sık gelirdik hep beraber. Oradan tanıyor herhalde." diye geçiştirmeye çalıştı ama Bora'nın yüzü düşmüştü. "Ay ne bileyim ben Bora. Bakıyorsun öyle yüzüme dik dik sorgu hâkimi gibi."
Başka da bir şey demedi. Ne bekliyordu ki Bora? Yirmi beş yaşına gelmiş koskoca bir genç kız. Muhakkak ondan önce, gezdiği tozduğu birileri vardı elbet. Ama sanki bu şarkıcı bozmasınınki henüz hayranlık aşamasındaymış gibi geldi. Bu ilişkinin filizlenmemesi lâzımdı. Buna müsaade etmeyecekti. Daha önce böyle bir hata etmişti, o zaman Nesrin gitmişti elinden. Yine bir çaylaklık yapıp, bu defa da Nergis'i kaptırmayacaktı kendini bülbül sanan bu karga sesli çalgıcı parçasına.
Hafif bir dans müziği çalarken, Nergis'i kaldırdı dansa hemen. 'İşte bu benim sevgilim ulan yavşak, sen başka kapıya' demek istiyordu hareketleriyle. Ama daha iki kere bile dönmeden, çaldığı parçayı değiştirmez mi şarkıcı bozuntusu? 'Nikâhına beni de çağır sevgilim, şahidin olurum senin' diye Ümit Besen'den bir şarkı patlatmaz mı? Bak sen! 'Ulan ben şimdi senin ağzını burnunu kırmaz mıyım yavşak' diyordu içinden. Şerefsizin evladının elinde klavye var ya. Nergis'e ne demek istiyorsa, imalı bir şekilde oradan söylüyordu.
Dans ediyorlardı ama Bora orada değil gibiydi sanki. Nergis ise Bora'nın içinde kopan fırtınadan habersiz, mesut ve mutlu bir şekilde başını onun omzuna yaslamış, bambaşka bir âlemdeydi. Bora iki eliyle onun belini kavramış, Nergis de kollarını onun boynuna dolamış, başı onun göğsünde, müziğin ritmine göre sallanırlarken, birden neye uğradığını şaşırmışlardı. Tam bir yavşaktı bu Kerem. Hayır hayır, buna yavşak kelimesi hafif kalırdı. Nasıl derler? Su katılmamış, süzme yavşaktı. Neden mi? Şimdi yüksek perdeden bir oyun havası tutturmuştu ki sormayın. Bora ve Nergis de şaşalamış, oldukları yerde kalakalmışlardı. Birden kendine gelen Bora, neden sonra Nergis'in elinden tutmuş, adeta onu sürükleyerek masalarına doğru gidiyorlardı. Çünkü Kerem ibnesinin bir yerini yırtarcasına bağırarak söylediği, herkesin de az çok bildiği, erotik çağrışımlar içeren, 'hani ya da benim elli gram pastırmam, pastırmam. Konyalıdan başkasına bastırmam vay vay, Konyalım yürü.' şarkısını söylerken, biraz önce ağır ağır dans eden çiftler de ne olduklarını anlayamamış, Kerem'in söylediği şarkıyla aniden birer hayvana dönüşmüşler, şimdi oldukları yerde tepiniyorlardı. Gören de onları oynuyor sanacak. Tabii ki Bora'nın bu düşündükleri, Kerem'e kızdığı içindi. Yoksa o da istemez miydi karşılıklı göbek atmak? Masaya bile oturmamışlardı. Onun elinden tuttuğu gibi, hesabı ödeyerek dışarı atmışlardı kendilerini.
Nergis sus pustu. Bir şey söylese, Bora yanlış anlayacak. 'En iyisi susmak' diye düşündü. Bora da aynı duygularla yürüyordu sahilde. Bu kadar alınacak ne vardı ki? Alt tarafı şarkıcı işte. İstediği şarkıyı söyler. Ne var ki bunda bu kadar gocunacak? 'İş öyle değil işte Bora efendi' diyordu kendine. O kadar da değil. Yavşak, yanındaki kıza resmen asılıyordu. Aralarında bir şey mi geçmişti acaba? Sanmam. Olsa bir şey, haberi olurdu muhakkak. Ancak işte böyle bakışmak, göz süzmek falan olmuştur belki. Ama hangi genç kız yapmıyordu ki bunu? Ah, hele erkekler. Hele o erkekler... Karşıdan gelen fıstık gibi bir kadının arkasından, o muhteşem yürüyüşünü görmek için hangi erkek arkasına dönüp, şöyle bir bakmak için can atmazdı? Bora efendi, hatırla bir bakalım Atatürk Caddesi'nde yürürken. Ha, ne oldu? Kızardın birden. Hani daracık beyaz pantolonunun içinde, kıvıra kıvıra karşıdan gelen bir hatunun arkasından çaktırmadan bakmak için geri döndüğünde, aniden yaşlı bir teyzeyle çarpışmıştın. Nasıl yemiştin bastonu kafana? Gülümsedi kendi kendine o sahneyi hatırlayınca.
"Bora, iyi misin sen?"
Birden yanında Nergis olduğunu hatırladı. Tuttuğu incecik beli sıktı. Eğildi, öptü onu. "Yok bir şey bir tanem. Ne olsun?" dedi hemen bir yalan düşünürken. "Sıktı beni orası. Ne o öyle çalgı çengi, kasaba düğünü gibi. Ha sahi, klavyede oturan oğlan da sırık gibiydi. Gözleri bir başka bakıyordu, fıldır fıldır." Biraz daha aşağılayacaktı klavyedeki genci. "Öyle uzun boyu var ki, sanki fasulye sırığı gibi. Al bahçeye dik." diyerek gülüyordu. "Tamam, insanda boy olur da kendine yakışır biraz. Ama bu bayağı sırık. Aman neyse. Bize ne el âlemin boyundan posundan. Gel şöyle, baş başa oturalım biraz." Böyle demekle, Nergis'e olan ilgisini gördüğünden, onu kötülemeye uğraşıyordu. 'Eğer gönlü biraz kayık gibiyse de belki sonra soğur' diye düşündüğünden, klavyeci çocuk için demediğini bırakmamış, ne çalgıcılığı ne de fasulye sırıklığı kalmıştı garibimin.
Oh, korktuğu gibi olmadı. Maraza çıkarmak gibi bir niyeti yokmuş. Gerçi Bora kibar çocuktu. Öyle kavga falan edecek tipe benzemiyordu. Kendinden iki katı yaşlı Ferit'ten bile dayak yediği aklına gelince, gülümsememek için zor tuttu kendini. Olsun, zaten oldum olası maço tipli erkekleri sevmezdi. Bundan bir önceki sevgilisi kebapçı Ersin'in payı büyüktü bunda. Az mı çektirmişti kıskançlıklarıyla. Şiddet bile uyguluyordu. Bazen sinirlenince, kolunu falan sıkıp morartıyordu. Son zamanlarda ise tokat atmaya kadar vardırmıştı işi. Hayvanın tekiydi. Ferit devreye girdi de kurtulmuştu o psikopattan. Bu Ferit ilâç gibi adamdı. Nasıl becermişti o işi, hâlâ anlamış değildi.
Şimdi Ayazma tarafında, denize hâkim bir tepeye, kayalıkların üzerine çekmişti arabayı Bora. Her taraf aydınlığa, ışığa, maviye, yeşile kesmişti sanki. Bakıldığında geceydi ama ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Gökyüzü, her yer Parliament mavisiydi. Ay karşıda ufka yaklaştıkça iyice büyümüş; sarı, beyaz solgun ışıkları, denizin mavisiyle, yeşiliyle birleştiğinde, ortaya çıkan bu muhteşem görüntü nasıl derler? Anlatılmaz yaşanırdı sadece. İşte Bora ve Nergis bu duyguyu yaşıyorlardı, ama hiç konuşmadan. Sadece yaşıyorlardı. Bora'nın sağ kolu Nergis'in omuzunda, sol eliyse onun kucağında, Nergis'in ateş gibi yanan sıcak, terli avuçlarının içindeydi. Bora usulca tutup, onun çıplak omuz başlarını öpünce, vücudunda bir ürperti hissetti. Bora da aşk oyunlarına girerken, liseli bir ergen gibi heyecanlanmış, eli ayağı dolaşıyor, nasıl davranacağını bir türlü kestiremiyordu. İkisi de oturdukları koltuklarını geriye almış, ayın denizin üzerine vuran aydınlığında, yüzlerine vuran mavili yeşilli ışıltıları seyrediyorlardı. Bora, Nergis'in omuzundaki eliyle onun bukleli saçlarıyla oynarken, Nergis de avuçlarındaki bu eli, hafif hafif okşuyordu.
Onu kendine biraz daha çekti Bora. Saçlarının üzerinden öptü hafifçe. Dudaklarını uzun bir müddet bıraktı öptüğü yerde. Tam bir romantizm yaşanıyordu aralarında. Nergis'in oturduğu koltuğu, iyice geriye yatırdı Bora. Şimdi Nergis, arabanın içinde sırtüstü uzanmış pozisyondaydı nerdeyse. Yavaşça uzandı yanına. Yüzünü, omuz başlarını, boynunun altını öpen Bora, yavaş yavaş aşağılara doğru kaymaya başlayınca, Nergis de hemen kendine göre pozisyon alarak, onun ileri gitmesini engellemeye çalışıyordu. Sanki aralarında görünmez bir strateji uygulanıyordu. Bora sağdan soldan saldırıp kaleyi ele geçirmeye çalışan çılgın şövalye, Nergis de kaleyi sonuna kadar korumaya ant içmiş, dişi bir amazon. Bora bazen okşamalarının dozunu arttırdıkça Nergis'in de nefes alması sıklaşıyor ama kendini kapıp koyuvermiyordu onun kollarına hemencecik. Kendinin koymuş olduğu kırmızı çizgileri korumayı pekâlâ beceriyordu. Bora'nın elleri bu sınırı aşınca, hemen onu nazikçe yakalayıp daha masum yerlere çekiyordu.
Bluzunun düğmelerinin yarısının açık olduğunu fark eden Nergis, nefes nefese doğruldu koltuğun üzerinde. Hem toparlanıyor, bir taraftan Bora'yı kırmamaya çalışıyordu konuşurken. "İstersen başka bir yere gidelim." diyordu. "Sanki burası çok ıssız gibi geldi bana. Korkuyorum. Başımıza bir şey gelmesin?" Bora da doğruldu. Koltuğunu düz konuma getirip, ileriye aldı. Üstüne başına çeki düzen verirken, onun bozulduğunu anlayan Nergis, yatıştırma telaşındaydı. "Kızmadın değil mi bana bir tanem?" diyordu özür dilercesine. "Ne olur anla. Bu işi oldubittiye getirmek istemiyorum." Bora aracı geri geri çıkartırken hem dikiz aynasına bakıyor hem de onunla konuşuyordu. Ama sesi çatallı çıkıyordu sanki. "Yok, niye kızayım ki?" dese de alındığı belli oluyordu. "Sonuçta ikimiz de yetişkin insanlarız. Bu konuda sana sonuna kadar saygı duyuyorum. Sen de beni lütfen yanlış anlama. Belki biraz ileri gitmiş olabilirim. Heyecanlandım birden."
Şimdi Bursa yönüne doğru giderken, sanki küs gibiydiler. Biraz önce kayalıklarda yaşananları, ikisi de farklı değerlendiriyordu kafasında; 'Oğlum' diyordu Bora kendi kendine. 'Daha dün bir, bugün iki. Görmemişler gibi atladın kızın üstüne. Ne yapacaktı yani? Hemen yayılacak mıydı sana? Öyle yapsa, bu defa da şuna bak lan, hemen de mayıştı, dünden razıymış demez miydin? Şimdi böyle kendini çekti diye kötü mü oldu kız? Hayvan!'
Nergis ise ayrı telden çalıyordu; 'sanırım iyi yapmadım. Keşke biraz izin verseydim okşamalarına. Daha serbest bıraksaydım. En azından hevesini alırdı. İleri gitmek isterse de nasıl olsa durdururdum. Kontrol bendeydi. Ne vardı da itekledim oğlanı? Şimdi benden soğur, gider yelloz karılardan birini bulursa ne yaparım? Ben de karşıdan seyrederim artık. Zaten Nesrin ablamdan duymuştum. Gazetede ona yanık bir yosma varmış. Adı neydi? Hah! Birsu. Kaptırırsan Birsu'ya, görürsün ananın hörekesini. Yok canım, niye yapsın ki böyle bir şey?'
Birsu meselesi gelince aklına, canı sıkıldı Nergis'in. "Canım, eve bırakayım seni istersen." deyince Bora, Nergis'ten cılız bir ses çıktı. "İyi tamam, sen bilirsin." Ee kızım Nergis, bu sana müstahak. Adam resmen diyor ki; 'yürü lan, seninle mi uğraşacağım. Oramı elleme annem kızar, buramı elleme bilmem ne olur. İyi, elletme bakalım. Al işte, vakit gece yarısına daha yarım saat var. Seni eve bırakacak, oradan da doğru gezmeye. Artık ne çıkarsa bahtına.'
Birden telefonu çaldı Bora'nın. Heyecanlanmıştı Nergis. Kimdi acaba gecenin bu saatinde? Ama öğrenmekte gecikmedi. Açtı Bora. "İyi geceler Birsu." Birsu mu? Aman Allah'ım! Korktukları tek tek başına gelmeye başlamıştı işte. Konuşuyorlardı ama pek bir şey anlaşılmıyordu duyduklarından. Pür dikkat dinlemeye geçmişti Nergis. Bora ona, 'hı hı' diye kesik kesik cevaplar veriyor, bazen de 'evet evet' falan diyordu, o kadar. Genellikle onun söylediklerini dinliyor gibiydi. Nergis de kulaklarını beş metre(!) ileriye uzatmıştı duymak için ama bir şey anlaşılmıyordu ki. Sadece ince bir kadın sesi, bıcır bıcır konuşuyordu durmadan. Ne anlatıyordu bu kadar acaba uzun uzun? Delirmek işten bile değildi. 'Bye bye' deyip telefonun 'no' düğmesine bastığında, Nergis'e bilgi verme ihtiyacını hissetti Bora. Gerçi Birsu iş arkadaşıydı ama yanındaki sevgilisi Nergis için, ciddi potansiyel bir rakipti. Aralarındaki konuşmayı merak ediyordu belli ki. Çünkü bakışlarından onu anlıyordu. Rakipten öte, sınır ötesi bir düşmandı adeta Birsu onun için. "Bizim Birsu, bilirsin işte gazeteden," diyerek, anlamsız bir şekilde başladı söze Bora. "Stajyer kız. Gerçi bugün yarın stajyerliği de bitiyor. Neyse. Katalog çekimleri için yarın erken yola çıkmamız gerekiyor da 'beni de uyandırır mısın' diyor."
Nergis'in başı dönüyordu sinirden. Bu bilgiler, kıskançlık damarlarını kabartmıştı adeta. 'Bizim Birsu' ha! Bak bak, katalog çekimleri için il dışına bir yerlere gidilecekmiş ve Nergis'in haberi yok bundan. Haspam sabahleyin Bora tarafından uyandırılmasını istiyor. Vay vay vay! Prenses hanıma bak sen. Nerelere gidilecek, kaç gün kalınacak? Hiç bilgisi yoktu Nergis'in bunlardan. Yavaşça sordu, "Bora nereye gidiyorsunuz? Hiç söylemedin bana." deyince, önemsizmiş gibi elini salladı Bora. "Şey ya... Birkaç günlüğüne Antalya, Didim, Düden Şelalesi falan işte. Biraz mayo çekimi yapıp döneceğiz hemen. Sıkma canını." dediğinde, yüzüne dik dik baktı Bora'nın. Ona göre önemsiz olabilirdi ama Nergis için bu savaş sebebiydi. Mayo çekimleri ha! Çıkardı tırnaklarını hemen. "Ciddi bir şey soracağım sana." deyince, 'sor' der gibi baktı Bora. "Birsu ile aranızda bir şey mi var?" Aha işte! En can alıcı soru gelmişti. Ne zamandır bu soruyu sormasını bekliyordu. Kadınlar, ah şu kadınlar... Ama ona ne cevap verirse versin, tatmin olmayacağını da biliyordu. Tıpkı ablası Nesrin gibi. Safa yattı Bora, "Ne, ne gibi? Anlamadım." dedi ama onun ters ters baktığını, sorduğu soruya illâ ki cevap beklediğini görünce, canı sıkkın bir şekilde konuştu Bora. "Bak canım, balım, bir tanem. Bizim işimiz bu. Nasıl anlarsan anla, mesleğimizin cilveleri işte. Gazetenin magazin bölümü demek, mankenlerle, güzel kızlarla çalışmak demek. Dışarıda, sahillerde, cennet mekânlarda çekimler yapmak demek. Bu benim iş hayatım. Anladın mı canım?" Aslında, çok çok iyi anlamıştı Nergis. Sustu, hiçbir şey diyemedi. Çünkü Bora'nın söylediklerinin arkasındaki gizli cümleleri görmüştü. Diyordu ki Bora; 'işine gelirse güzelim. Ben buyum. İster benimle kal ister git. Benim için hava hoş. Nergis olmazsa Birsu, o da olmazsa bir başkası.'
Bu sırada, Nergislerin evinin önüne gelmişlerdi. Açtı kapıyı, arkasına bile bakmadan eve doğru giderken, Bora onu seyrediyordu. Suç kendinde miydi yoksa bulaştığı kadınlarda mı? Anlayamamıştı bir türlü. Sinirle çevirdi arabanın yönünü yola doğru, bastı gaza gecenin karanlığında. Yarını düşünüyordu. Antalya buradan beş altı saat çekerdi. Yani Bora'nın hesabına göre, akşam olmadan otele yerleşmiş olurlardı. Gece iyi bir uyku çekmeliydiler ki yol yorgunluğunu üzerlerinden atıp, ertesi gün çekimlere zinde başlayabilsinler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABANGÜLÜ NESRİN
RomansKadınların en ama en tehlikeli oldukları yaş dönemi budur. Gerçi kadınlar her yaş döneminde tehlikelidirler ama otuzlu yaşlar daha başkadır. İşte bu dönemlerde kadınlardan korkulur. Hele hayattan aradıklarını bulamadılarsa. Bu dönemin kilit yaşı, ot...