Bugün üç gün olmuştu Nesrin'i buraya gömeli. Üç gündür Bursa Emir Sultan'daki asrî mezarlığa geliyor, kırmızı karanfil bırakıyordu mezarların üzerine Ferit. Henüz toprağı kuramaya yüz tutmuş mezarların arasında saatlerce oturuyor, usul usul gözyaşı döküyordu. Bir tarafında yıllardan sonra Allah'ın ona nasip ettiği ama daha yüzünü göremeden toprağa koyduğu biricik oğlu, bir tarafında da yıllar önce ölen eşinden sonra kalbine giren, onu deliler gibi sevip her şeyden kıskandığı Yaban Gülü Nesrin. Acısı büyüktü. Böyle giderse, bu acı onu mahvedecekti. Toparlanmalıydı.
Yumuşak, tombul bir el omuzundaydı. "Kalk artık Ferit. Bu kadar kendini harap etme," diyordu ona ağlamaklı bir sesle. "Eğer Nesrin sağ olsaydı, senin bu kadar üzülmene dayanamazdı. Biliyorum, şu anda sana ne desem boş ama zamanla alışacaksın. Bu kahrolası zaman, ne acılara derman oldu. Bunu benim kadar anlayan yoktur." Birden Ferit'in yüzüne, yaz yağmuru gibi iki damla düşünce, başını kaldırdı. Başucunda Gülnaz'ı ağlarken gördü. Usulca kaktı ayağa Ferit.
"Gidelim."
Arabada giderken, ikisi de konuşmuyordu. Zavallı Nesrin. Çok kadersizmiş. Şu çalkantılı yaş dönemini atlatamamıştı. Nasıl atlatsın? Bu hayatı sadece bir kere yaşıyordu. Bilse otuz dört yaşın getirdiği sıkıntıları, kendince tedbirini almaz mıydı? Ama aslında atlatmıştı da. Çünkü dirençliydi. Her kadının illâ ki başına gelen, o kahrolası 'otuz dört yaş' sendromuna ölesiye direnmiş, hatta yenmişti onu. İsteyince, onun elinden hiçbir şey kurtulamazdı. Kurtulamazdı da. Ama bu ölümü hiç hesap etmemişti. Tam 'atlattım' derken, bu defa da sevdiği adamdan çocuk doğurma sevdasına düşmüştü. Bu sevda düşündüğü gibi olmamış, büyük bir talihsizlik yaşamış, çocuk karnında ölünce, maalesef hastaneden ikisinin de ölü bedenleri çıkmıştı. Kadersizler. Oysa bu defa gerçekten de ayrılmayacaklardı. Ne olursa olsun, karşılarına çıkan her zorluğa göğüs gerip, bundan sonraki yaşamlarında hep beraber, el ele olacaklardı. Ölüm hiç yakışmamıştı Yaban Gülü'ne.Zaman anlaşılmaz şekilde, hızla tükeniyordu. Üç ay geçmişti bile. Ferit İstanbul'a dönmemiş, arada sırada romanının üzerinde bazı düzeltmeler yapıyor, olmadı yeni paragraflar ekliyordu aklına geldikçe. Amaç kafasını dağıtmak, hüznünü az da olsa unutmaktı. Ferit'in kafasından başka, Gülnaz'ınkinden bambaşka düşünceler geçiyordu. Bir umut, Ferit'in ona dönmesini bekliyordu. Tabii bu hemen olacak bir şey değildi. Zamanla olacaktı. Çünkü Nesrin'in acısı henüz sıcaktı yüreklerde. Dur bakalım, birkaç ay daha geçsin, Ferit iyice kendine gelsin; onunla tekrar eski günlerdeki gibi yaşayacağını hayal ediyordu Gülnaz ama onun da birden gitme kararı almaması gerekiyordu
Ferit ise bambaşka düşünüyordu. Gidecekti buralardan. Evet evet, kesinlikle gidecekti. Onu bağlayan hiçbir şey kalmamıştı. Kalabilirdi belki ama Nesrin'in hayâli hep buralarda dolaşıp rahatsız edeceğinden, huzursuz olacaktı. Gülnaz'la da yapamazdı. Denemişti ama olmamıştı işte. Gerçi o zaman Nesrin vardı. Tam 'oldu' derken, çocuk olayı karşısına çıkınca, hiç düşünmeden dönmüştü ona. Dönmeyip de ne yapacaktı? Zaten Ferit'e de o yakışırdı. Ama şimdi? Ne bileyim karasızdı. 'Bir gideyim, bir kalayım' diyordu aklı. Aslında Gülnaz'la olan gönül ilişkisi de fena sayılmazdı ama Nesrin'in ölümünün üzerinden bu kadar az zaman geçtikten sonra. Ne bileyim, olur muydu acaba? Bu acıyı Gülnaz'la giderebilir miydi? Ama etraf ne der? Henüz üç ay olmuştu Nesrin'i mezara koyalı. 'Daha dün bir bugün iki' demezler mi? Zaten iki arada bir derede kalmış, bazen ibre ne kadar da Gülnaz'dan yana olsa, Nesrin'in daha gizemli ve ateşli olduğundan mı yoksa gençliğinin verdiği pozitif enerjiden mi onu tercih etmişti? Ama böyle yapsa da aklı hep Gülnaz'da kalmış, onu da hiçbir zaman unutamamıştı. Karşılaşmalarında, hele o masumca kucaklaşmalarda duyduğu koku yok muydu? İşte dizlerinin bağını çözmeye yetiyordu tek başına. Kafası karmakarışıktı. Yok yok, en iyisi gitmek. Zor da olsa kopmak buralardan.
Ne yapmaya gelmişti buralara? Sakin kafayla roman yazmak için gelmemiş miydi? Ee? Zaten romanının da sonuna gelmişti. 'Beceremem, yapamam' diyordu ama yazmış olduğu romanın içinde birden kendini de buluvermiş, hiç anlamadan hayatının romanını yazmıştı. Kesin gidecekti buralardan. Evet, gidecekti İstanbul'a. O ne yapmaya gelmişti, ne bulmuştu? Tamam, bir roman yazmıştı ama hiç istemediği gibi. Yazdığı bu son romanına da çok sevip erken kaybettiği, biricik Nesrin'inin adını verecekti. YABAN GÜLÜ NESRİN. İstanbul'daki yayınevlerinden birine gidecek, 'alın size hayatımın romanı' diyecekti. Bu defa hiç siyasete dokunmamıştı. 'Bunu da basmasınlar göreyim' dedi içinden.
"Canım iyi misin?"
Dalmış gitmişti Ferit. Gülnaz'ın seslendiğini duymamıştı bile. Onun tekrar seslendiğini duyunca daldığı hayâllerden sıyrılmış, "İyiyim iyiyim..." diyerek, kısa bir cevaptan sonra tekrar yola dikmişti gözlerini. Aslında böyle suskun durmasının nedeni, Gülnaz'ın onu sorularıyla bunaltmaması içindi. Çünkü Ferit, bir müddet hayâlleriyle yaşayacaktı. Ondan sonra bakacaktı artık başının çaresine.
Bursa'yı geçip otobandan Mudanya yoluna ne zaman sapmışlardı da o yolu geçip Mudanya'ya nasıl gelmişlerdi, anlamamıştı. Otelin önündeydiler. İnerken arabadan seslendi Gülnaz. "Sabahtan beri bir şey yemedin. Gel biraz atıştıralım." deyince, "Yok, canım bir şey istemiyor. Balkonda oturacağım." diyerek cevapladı onu. "Sen bilirsin." dedikten sonra arkasını dönüp gidecekken geldi, aniden sarıldı ona Gülnaz. Aslında hiç böyle yapmazdı durup dururken. Dikti gözlerini gözlerine. "Tamam canım, sen nasıl istersen. O zaman akşama otururuz aşağıda kafede, söz mü?" Ne oldu böyle? Birdenbire her yeri boşanıverdi. Bu neydi şimdi? Biricik Nesrin'ini gömeli daha üç ay olmuş ama Gülnaz'ın bir sarılıvermesi, yumuşacık vücudunu yaslamasıyla eli ayağı birbirine dolanıvermişti. O da dostça bir sarılmaydı aslında. Ama nedense kendini tutamamıştı.
Aha işte. İş şimdi anlaşıldı. Tabii ya! Onu böyle mahveden, elini ayağını dolaştıran, o müthiş sabun kokusuydu. Alıp gitmişti onu başka yerlere. Mahsus mu yapıyordu? Yok canım, niye mahsus yapsın ki? Kadının kendi kokusuydu bu sonuçta. Ne yapsın yani, yıkanmasın mı? Ferit etkileniyor diye yıkanırken sabun kullanmayıp yerine şampuan mı kullansın? Birdenbire şimşek çaktı beyninde Ferit'in. Neden olmasın? Olur mu olur. Evet, kesin mahsus yapıyordu. Çünkü bu defa koku gerçekten çok keskindi ve üstüne üstlük, gelip hiç yoktan sarılmıştı.
Bu defa Ferit bırakmadı. Ne yapıyordu böyle? Hâkim olamıyordu kendine. Bırakamadı. Büyülenmiş gibiydi. Tuttu sıkı sıkı. İyice bastırdı kendine doğru. Kokladı... Kokladı, ta içine çekti derin derin sabun kokusunu. Bırakmıyordu. Gülnaz da şaşırmıştı bu duruma. Ya da şaşırmış gibi yapıyordu. Ah bu kadınlar ah! Onun kollarındayken gülümsüyordu ama bunu Ferit göremiyordu tabi ki. Allah'ım! Gülnaz için ne büyük mutluluktu bu. Ondan daha mesut ve bahtiyarı var mıydı şimdi? Bir müddet daha sarılı kaldılar. Bu durum canına minnetti. Ferit'in bu kadar kısa zamanda çark edeceği düşünülemezdi ama onun kokusunu hissedince, toz şeker gibi dağılacağını(!) bu hâle geleceğini biliyordu. Her sabah olduğu gibi, 'bu sabah mezarlığa beraber gidelim' deyince, çok uzun süre kalmıştı banyoda. Hatta üzerindeki giysileri deterjanla değil de banyo yaptığı sabunu rendeleyerek yıkamıştı.
Ah Ferit ah! Kadınların fendine erebilir misin hiç? Onlar seni nereden, nasıl bağlayacaklarını öyle bir hesap ederler ki, kırk yıl düşünse, şeytanın bile aklına gelmez. Şeytan ve kadın üzerine hikâyeler vardır. Çok vardır da birisinde şöyle bir replik vardı galiba. Hani şeytan demiş ya; 'Allah'ım, mademki kadını yaratacaktın, beni niye yarattın?' İşte böyle bir şeydi Gülnaz'ın plânlı, şeytani düşüncesi.
Ferit'in illâ ki İstanbul'a gitmeyi kafasına koyduğunu bildiği için, bugünü özellikle plânlamıştı. Ertesi gün mezarlığa giderken giyeceği elbiselerini, iç çamaşırlarını, ne giysisi varsa hepsini rendelemiş olduğu sabunlu suya basmış, sonra da onları bir güzelce yıkamıştı aynı suyla. Sabah erkenden kalkıp aynı sabunla sıkı bir banyo yapınca, iş Ferit ile yakınlaşmaya kalmıştı. İşte o fırsatı da otelin önünde yakalamıştı. Artık Ferit'in bundan sonra iflâh olmayacağını iyi biliyordu. Belki bir süre daha Nesrin'in hayâli etrafta dolaşırdı ama olsun. Fırsat buldukça, sık sık onu sarıp sarmaladıkça, bir yere gidemezdi. Eteğinin dibinden ayrılmazdı. Çözmüştü onu Gülnaz... Adı gibi biliyordu bunu.
![](https://img.wattpad.com/cover/328812855-288-k100391.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABANGÜLÜ NESRİN
RomansaKadınların en ama en tehlikeli oldukları yaş dönemi budur. Gerçi kadınlar her yaş döneminde tehlikelidirler ama otuzlu yaşlar daha başkadır. İşte bu dönemlerde kadınlardan korkulur. Hele hayattan aradıklarını bulamadılarsa. Bu dönemin kilit yaşı, ot...