Ellerim yüzümün etrafında pervane bir otobüs durağındayım.Okulun son zamanlarındayız. Aylardan mayıs ve etrafta yazın habercisi bir sıcak hava var. Öyle ki üstümdeki ince uzun kollu ile deli gibi ter dökmekteyim.
Ama olsun, ben yaz havasını severdim. Ağaçlar ve bitkiler kendine gelirdi, artık portakal yiyebilmenin vakti gelmiş olurdu ve deniz suları ısınırdı.Oflayarak bileğimdeki saati kontrol ettim. Yirmi dakika vardı otobüsün gelmesine. Oturduğum yere iyice sinip bu sıcak altında yirmi dakikayı nasıl geçireceğimi düşünmeye başladım. Aslında sayılı zaman çabuk geçer derlerdi, fakat beklenen zaman da bir türlü gelmek bilmezdi. İster on dakika olsun ister yirmi dakika, bazen öyle bir geçmek bilmezdi ki zaman, kafayı yedirtirdi insana.
Duraktaki oturaklara yapışmamak adına ayaklandım ve volta atarak beklemeye koyuldum. Sonra durağın demir kenarlarına kolumu yasladım ve telefonumu elime aldım. Aklıma gelen en iyi zaman geçirme yolu malesef ki bu idi.
Bir iki dakika sosyal medya hesaplarıyla uğraştıktan sonra gelen adım sesleriyle telefonda olan dikkatim dağıldı. Gerildim ve gelen sese odaklandım. Durağın etrafı genelde sessiz ve tenha olurdu. Fakat kafamı kaldırır kaldırmaz karşımdaki yolda bana doğru adımlayan ve benim gibi öğrenci birini görmemle rahatlayarak derin bir nefes verdim. Tabii bana doğru geliyor derken, durağa doğru yani.
Aslında kimseyi tanışmadan inceleyemem, çok utanırım çünkü. Ama bu oğlan öyle fena bir halde ki gözlerimi irileştirerek ona bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Suratı kıpkırmızı olmuş, saçları bile terden nasibini alıp alnına yapışmıştı ve beyaz, kısa kollu okul gömleğinin üstünde büyük toz lekeleri vardı. Yanaklarının ikiside hararetten kıpkırmızı olmuştu. Nefes nefeseydi.
Çocuk bakışlarımı hissederek kendi bakışlarını bana çevirdiğinde utanıp telefonuma geri döndüm. Zaten birkaç dakika sonra hemen sol yanımdaki oturaklardan birine oturmuş ve derin derin nefesler almaya başlamıştı. Anlaşılan buraya gelene kadar baya bir koşturmuştu. Sanki astım krizi geçiriyor gibiydi. Göz ucuyla bir şey olacak mı diye ona bakmaktan kendimi alamadım.
Saniyeler içinde nefes alış verişleri düzeldi. Benim de bakışlarım tekrar saate kaydı. Beş dakika, sadece beş dakikam kalmıştı. Yakında şu sıcaktan kurtulmuş olacaktım. Telefonu çantama geri koydum ve bende oturaklardan birine oturdum. Otobüsün geleceği yola doğru bakmaya başladım. Fakat bir anda yandan gelen seslerle yine tüm dikkatim dağıldı ve oraya doğru döndüm.
Çocuk oturduğu yerden kalkmıştı ve çantasını ters çevirerek tamamen boşaltmıştı. Hızla ayaklandım. Çantada ne kadar kitap varsa etrafa saçılmıştı. Kalemler, defterler ve nota kağıtları. Bir çizim defteri ve bir bileklik. Her şey her yerdeydi. Gözlerim şaşkınlıkla irileşti ve dudaklarım aralandı. Çocuk ise durmadı ve ayağımın dibindeki bilekliği bulana kadar çırpındı durdu. Ne zaman ki bilekliği fark etti, ayaklarımın dibine çöktü. Zarar vermekten korkar şekilde eline aldı, ayağa kalktı. İşte beni de o an fark etti. O yüzündeki müthiş rahatlatıcı gülümseme soldu ve mahçup olmuş bir ifade ile yer değiştirdi.
" Şey... Ben gerçekten çok özür dilerim. Kusura bakma cidden, bu bileklik benim için değerlidir de. Kaybettim sandım. "
" Tamam, önemli değil. Şunları toplayalım yeter."
Rahatlayarak bir oh çekti ve hevesle dağılmış eşyaları toplamaya başladı.
"Tamamdır."
Bir çizim defteri, içi her tondan renkli kalem ile dolu bir kalemlik, nota kağıtları, ders kitapları, defterler ve bir okuma kitabı. Hepsi kucağımda toparlanmış vaziyette beklemekteydiler. Çocuk kendi elindekileri çantaya toparlar toparlamaz bunları yerleştirmeye başlayacaktı. Bakışlarım tekrar bileğimdeki saate kaydı. Otobüs birazdan burda olurdu. Bu tezcanlı oğlan hızlı olsa iyi olurdu.
Ki zaten ben bunu içimden geçirir geçirmez çocuk benim kucağımdakileri aldı ve teker teker çantasına yerleştirmeye koyuldu. Bu sırada da otobüs yolda kendini gösterdi. Cebimden akbilimi çıkardım ve çocuğa haber verdim. Sadece anladım dercesine kafasını sallamakla yetindi.
Otobüs geldi ve kapılar açıldı. Oğlan çantasını sırtına attı ve arkama geçti. Tam akbilimi basarkende benim duyabileceğim şekilde fısıldadı.
" Yardımın için teşekkürler. "
Otobüs doluydu. Ayakta durabileceğimiz bir yer ayarlayabildikten sonra ona döndüm ve gülümseyerek cevapladım.
"Önemli değil."
Karşılık olarak oda bana gülümsedi ve sonra yolu izlemeye başladık.
Ve yaklaşık üç durak sonra içinizi ısıtır cinsten bir tebessümle bana el sallayarak otobüsten indi. El sallarken güneş yüzüne vurmuş, açık kahve saçları altın gibi parlamıştı.
--------
Lütfen kitaptan oylarınızı esirgemeyin. Umarım beğenmişsinizdir🤍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yakamoz
ChickLit" Seni her yerde aradım durdum. Ama sevgilim, şimdi şu haline bir bak. Kendinden bir gülümsemeyi bile esirger olmuşsun. Oysa ki ben senin ilk gülüşünü görmüştüm... "