Saat sabah beşte uyandım ve anneme sarılarak güne başladım.Koskoca bir haftasonu boyunca beni ve ablamı görmediği için o kadar sıkı bir şekilde sarıldı ki size anlatamam. Hem her yerime büyük bir güçle akın eden güven duygusuyla huzur kat sayım arttı, hem de çok mutlu olup evin en küçük çocuğu olarak da biraz şımardım. Zaten mutlu bir şekilde uyuyup uyanan ben bir de güne böyle bir başlangıç yapınca öyle bir enerjik bir hal aldım ki evdeki herkes şaşa kaldı. Çünkü bir evin ortasında sekerek şarkı söylemediğim kalmıştı.
Fakat güne ne kadar mutlu başladıysam başlayayım, bir o kadar da erken başlamış olduğum için okul yolu boyunca uyuklayıp durdum. Başım sürekli oturduğum otobüs koltuğunun yanındaki cama vurup durdu. Yanımda oturan teyze de bana kıkırdayıp durdu. Ama olsun, başımı tutmaya da çalıştı, beni sevince omzuna yatmamı da teklif etti. Omzuna yatmadım tabii ki ancak yol boyu onunla sohbet ettim. Sohbeti pek saran bir teyzeydi. Yanakları yaşına rağmen elma şekeri gibiydi ve hafif kilolu olmasından dolayı bu elma şekeri gibi yanaklar oldukça dikkat çekiyordu. Beyaz saçlarını çiçekli bir eşarpla örtmüştü ve üstünde temiz bir pardesü vardı. Eline ise tüm süslü ve deri çantalara inat -aslında altmışlı yaşların verdiği boş vermişlikle- bez bir eczane çantası almıştı. Bir de bu teyzenin sohbetinin beni böyle sarması bana tıpkı bu teyze gibi konuşturdukça konuşturan birilerini hatırlatması da sohbeti ekstra gülücükle geçirmeme sebep olmamış değildi.
Otobüs benim ineceğim durağa vardığında elma şeker yanaklı teyzeye el sallayıp aşağı indim. Sırada -sanırsam- etrafı incelerken bir yandan da salak salak gülümsemek vardı. Her zamanki yavaş adımlarımla okul yolunda ilerlemeye koyuldum. Ve dediğim gibi, bir yandan da etrafta bana ne güzel görünüyorsa ona gülümseyip ilerlemeye devam ettim. Keşke bu kadar çabuk kapılmasaydım duygulara ama malesef, kendime şu zamana kadar yaptığım hiçbir şeyde engel olamamıştım.
Çantam tek omzumdaydı ve saçlarım iki yandan birer tutam alınarak arkada tutturulmuştu. Artık haziran ayındaydık. Yaz havaları sonunda bize ulaşmıştı. Tıpkı sınav zamanınında bize çok fazla yaklaştığı gibi. Yine olsundu, ben kendimi zorlayabildiğim kadar zorlamış ve çalışabildiğim kadar çalışmıştım. Bir aksilik çıkmadığı takdirde kendimi istediğim kadar net yapabileceğim kıvama getirmiştim. Yine de siz benim böyle konuştuğuma bakmayın, sınava bir gün kala heyecandan uyuyamayacak, sınav sabahı stress nedeniyle büyük bir mide bulantısının pençesinde olacaktım ve kalem tutarken bir süre ellerim titreyecekti.
Çıktığım çok da yüksek olmayan bayırdan sonra sağa döndüm. Hafif bir rüzgar esti ve saçlarım rüzgar yönünde savrulmaya başladı. Gözlerim ise yolun yeniden yapılmaya başlanan kaldırımları üstünden savrulan kumlar yüzünden kapandı ve ellerim yüzüme siper oldu. Adımlarım hızlandı ve kumlu bölgeleri arkamda bıraktım. Saçlarımı ellerimle düzeltip tekrar yavaşladım. Sitelerin arasındaki kısa yürüme mesafesine varmıştım şimdi de. Gözüm sitelerin bahçelerindeki renk renk çiçeklere ilişti ve kulağım ardımda bıraktığım bir yoldan geçen arabanın çıkardığı gürültü yüzünden çınlamaya başladı. Fakat gülümsemem hala yüzümdeydi ve yol boyu da kaybolacak gibi durmuyordu.
Sitelerin arasından geçen yolda bittiğinden okul binasının bir kısmı görünmeye başladı ama biraz daha yürüme mesafesi vardı. Bir de beni bekleyen birileri
"Günaydın Derya!"
Başım hızla sola çevrildi ve gülümsemem büyüdü.
"Sana da günaydın."
Anlaşılan onun da keyfi baya bir yerindeydi. Yüzünde benimkinin aksine çarpık bir gülümseme mevcuttu.
"Bakıyorum pek bir neşelisin, buraya gelene kadar suratından tebessümün eksik olmadı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yakamoz
ChickLit" Seni her yerde aradım durdum. Ama sevgilim, şimdi şu haline bir bak. Kendinden bir gülümsemeyi bile esirger olmuşsun. Oysa ki ben senin ilk gülüşünü görmüştüm... "