-2-

21 3 5
                                    


İçi tıklım tıklım olan otobüsten indim. Dersin başlamasına daha yarım saat vardı ve fazla fazla yeterliydi. O nedenle hiç kendimi yormadan, ağır adımlarla okulun yolunu tuttum.

Okulum biraz tepe ve süslü bahçeleri olan sitelerin arasında kalıyordu. O yüzden okuldan çok yolu güzeldi. Renk renk çiçeklerle donatılmıştı mesela yolun üstündeki sitelerin bahçeleri. Yüksek yerde olduğundan hafif bir rüzgar hep olurdu. Bu nedenle sabahları üstünüze uzun kollu bir şey almadan çıkınca çok üşürdünüz. Ayrıca hiçbir zaman da öğrencilerden oluşan o büyük kümeler olmazdı. Kısacası sabah yürüyüşü için birebir bir yoldu. Yolda yürümeye başladıkça insanın içi bir hoş oluyordu.

Ellerimi arkamda birleştirdim, büyük ve uyuşuk adımlarla yürümeye devam ettim. Nasıl olsa okula gidip de o sıraya oturduğum an sıkıntıdan patlayacaktım. Biraz yolun keyfini çıkarmaktan zarar gelmezdi.

Saçlarım esen rüzgarla iki yanımda dalgalanmaya başladı. Doğrusu bu bir kızı dünya güzeliymiş gibi hissettirmeye yeterdi. Ama hepimiz bilirdik ki hiçbir zaman hissettiğimiz kadar güzel değildik. En azından kendimiz için.

Keyifle yolda ilerlemeye devam ettim. Saçlarımda yanımda kimsenin olmayışının verdiği güvenle iki yana doğru savrulmaya devam ettti. Ben böyle yola devam ederken, kulağıma dolan hışırtı sesleri ile rahatım biraz bozuldu ancak istifimi de bozmadım. Ama gittikçe yaklaşan sesler beni arkama doğru bakmaya zorladı.

Arkamı döndüğümde karşıma çıkan ilk şey kırmızı bir bisiklet oldu. Sonra da bisikletteki oğlan ve bileğindeki çiçekli bilekliği.

Çiçekli bileklik?

Oda beni fark etmiş olsa gerek, yüzünde müthiş bir gülümseme ile bakışlarını yüzüme sabitledi. Ben de aynı onun gibi karşılık vermek istedim. Yüzümde en büyük tebessümümle ona el salladım. Ben böyle yapınca nasıl oluyorsa yüzündeki o gülümseme daha çok büyüdü ve oda bana el salladı. Ve bakışlarını tekrar önündeki yola çevirdi.

Ben ise zamanla silikleşse de var olmaya devam eden tebessümümle kendi yoluma devam ettim.

                               -----------

"Derya!"

Koridorda yankılanan ismimle sıramdan kalktım ve sınıfın kapısından yana başımı uzatıp kimin seslendiğine baktım. Seslenen Sare idi.

"Efendim."

"Ezgi hoca seni kütüphaneye çağırıyor. O yüzden seslendim."

"Neden çağırıyormuş, söyledi mi sana? "

"Hayır canım, söylemedi. "

"Tamam, teşekkür ederim! "

Koridorun sonundaki merdivenlere yöneldim ve bir yukarı kattaki kütüphaneye ilerledim. Kütüphanenin kapıları kalın ve üst kısımları camdandı. Bu nedenle içeride boş kalmış duvarın birine bakarak düşünen Ezgi hocayı seçebiliyordum. Yaratıcı fikirleri olurdu. Kim bilir ne isteyecekti.

"Hocam, beni çağırmışsınız."

"Gel Derya."

"Neden çağırmıştınız? "

Düşünüp durduğu duvarın önünden çekildi ve bana işaret etti.

" Kütüphane çok güzel oldu, masalar duvarın rengi ve kitap çeşitliliği hep olması gerektiği gibi. Ama bu duvar böyle çok boş kalmış, Her yeri çok güzel kütüphanenin, bari buraya da bir şey yapalım da boş kalmasın."

"Yapalım tabii hocam da benim ne gibi bir yardımım dokunacak? Yoksa pano mu yapmamı isteyeceksiniz?"

"Yok kızım, seni bu ayın kütüphane görevlisi sensin diye çağırdım. Ayrıca buraya pano değil başka bir şey düşünüyorum. Ama istediğim şey için resim yapabilen birine ihtiyacım var."

YakamozHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin