İnsan bazen kendi yaptıklarına bile anlam veremez.Şu ana kadar her yaptığım için birer nedenim vardı aslında. Uyumak, yemek yemek, neden ağladığım, niçin güldüğüm ya da tiksindiğim her şeyin birer nedeni vardı. Bu nedenler sayesinde yaptığım şeye tamamen kendimi verebilmiştim ve her yaptığım şeyin birer nedeni olduğunu da fark edememiştim. Çünkü normal olan buydu.
Ama şimdi, öyle hissetmiyordum.
Karşımda kütüphanenin duvarını tüm ciddiyeti ve müthiş bir dikkatle boyayan Yağız'a bakarken neden bu ciddi hallerinin çok hoşuma gittiğini ya da izlerken yüzümde oluşan tebessümün nedenini bir türlü anlayamıyorum.
Oysa ki daha tanıyalı çok olmadı. Fakat ne zaman konuşmaya başlasa sorduğu sorular ve her birine teker teker cevap verdirmeye çalışması o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam. Sırf bir cevap alacağım diye yaptığı onca kelime oyunları ya da ben güldükçe kendi gülüşünün de derinleşmesi hem garip hem de iyi hissettiriyor bana. Ama inanın ki bunların neden hoşuma gittiğinden tutun neden onun yanında çenemin bu kadar düştüğünü bile bilmiyorum. Ben annem ve babamla bile bu kadar konuşmamışımdır belki.
Ve bunu o nasıl başarıyor bunu da bilmiyorum. Bu soru da beni garip hissettiren şeylerden biri.
Bunları bana yapmayı nasıl başarıyor? Ve ben neden ona karşı böyle davranıyorum? Sanırım şu anlık cevap alamadığım sorular arasında yerlerini alacak iki seçenekten ibaret bu sorular. Fakat her şeyin olmasa da çoğu şeyin bir nedeni vardır. Belki yakın zamanda belki seneler sonra, bilemiyorum ama bir gün mutlaka ortaya çıkardı nedenleri. Tabii, eğer nedenleri varsa.
Bence çok uzak değil, yakında öğrenirsin nedenleri.
Sen de yırtık dondan fırlar gibi sürekli bir yerlerden çıkmak zorunda mısın acaba?
Evet? Ayrıca sen bana takılma birtanem. Manzaran güzel hiç dikkatini dağıtma.
Sana ne demeli bilemiyorum gerçekten.
Okul yolunu birlikte yürüdüğümüzden bu yana bir hafta geçmişti ve bu bir haftada Yağız istisnasız her öğle arası bomboş sınıfta karşıma dikilir olmuştu. Öğle zili çalar çalmaz ben hariç herkes dışarı çıkıp sınıf boşaldığında, koridorda onun adım sesleri yankılanmaya başlıyordu ve suratından asla silinmeyen o gülümsemeyle hemen önümdeki sıranın yanında bitiyordu. Sonrası ise bitmek tükenmek bilmeyen sohbetler ve kıkırdamalardan ibaret.
Bugünün diğerlerinden farkı ise beni kütüphane duvarındaki resmi boyamaya yardım etmem için çağırmış olması.
Bana pek yardım için çağırmış gibi gelmedi.
O ne demek şimdi?
Bir baksana haline! Hiç yardım ediyormuş gibi gözüküyor musun? Aksine, hipnoz olmuş gibi onu seyredip duruyorsun.
Ne?
Ne demek ne? Etrafında sadece o varmış gibisin.
Boğazımı temizleyip oturduğum masanın üstünden indim. Gerçekten öyle mi görünüyordum?
Yok canım abartıyordur o.
Yavaşça Yağız'ın yanına gidip omzuna dokundum. Başı hızla bana döndü ve sordu.
"Bir şey mi oldu Derya?"
"Sen beni yardıma çağırdın ya, yapabileceğim bir şey yok mu?"
"Ben çizmeye daldım sanırım. Hem var tabii senin yapabileceğin bir şeyler. Ben her şeyi çizdim geriye bir tek boyaması kaldı. İstersen şurayı kırmızıya boyayarak başla sen. Bittikçe başka yere geçersin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yakamoz
ChickLit" Seni her yerde aradım durdum. Ama sevgilim, şimdi şu haline bir bak. Kendinden bir gülümsemeyi bile esirger olmuşsun. Oysa ki ben senin ilk gülüşünü görmüştüm... "