Elimde birkaç belge ile hiç bilmediğim bir okulun bahçesinde bekliyoruz.Evet, sanki hiç sınava girmeyecekmişim kadar rahat bir hafta geçirmiştim ama sonunda bu sınava giriyordum. Tek isteğim şu iki gününde hızla bitmesi ve artık şu sınav stresini üzerimden atabilmekti. Hiçbir şey yapmasam bile sürekli aklıma gelerek keyfimi kaçırmasından sıkılmıştım bu sınav düşüncesinin. Elbette belgeleri tutan ellerim titriyordu ve boğazımda büyük bir yumru vardı ama artık kazansam da kazanamasam da şu sınavın bitmesi en çok istediğim şeydi.
Yanımda sabahtan beri dilinden dua eksik olmayan annem ve benden daha çok heyecanlı görünen ablam vardı. Hatta ablam o kadar fazla heyecanlıydı ki utanmasa heyecandan benim yerime kıvranmaya başlayacaktı. Benden ise çıt çıkmıyordu. Ya kazanamazsam düşüncesi şimdilik beni ele geçirmişti. Ama bir yandan da artık bitsin istiyordum.
Annem son duasını da okuyup bana döndü.
"Daha bekleyecek miyiz Derya? Ne kadar kaldı sınava?"
Ben hâlâ konuşamıyordum. Ayakkabılarımın ucuna bakmaya dalmıştım. Hal böyle olunca da benim yerime ablam saate bakarak annemin sorusunu cevapladı.
"On beş dakika kalmış anne. Birazdan sınava girer."
Bunları söylerken bir yandan da ayakkabısının ucuyla hızlı bir tempo tutturuyordu. Aralıklı olarak da şiddetli şekilde oflayıp duruyordu. Başımı kaldırıp bahçesinde olduğum okulu yüzüncü kez incelemeye başladım. Ama o kadar heyecanlıydım ki incelemeye beş dakika bile dayanamadım. Zaten okulun hangi detayı ilgimi çekerse çeksin iki dakikaya kalmadan kanatlanıp aklımdan uçuyordu. Bakışlarım tekrar ayakkabılarımın ucunu buldu. Sonra bininci kez de saatime kaydı. İki dakika anca geçmişti.
Mükemmel ya...
Keşke şu an yanımda Yağız olsaydı demeden edemiyordum. Sonuçta o yanımda olunca aklım ondan başka bir şeyde olmuyordu. Hem ben de ona iyi gelirdim. Hiç olmasa ikimiz beraber şu geçmek bilmeyen zamanı geçirirdik. Nasıl olsa biz yanyana gelince zaman su gibi akıyordu. Fakat şans ben de ne gezerdi? Benim sınav olacağım yer ile onun sınav olacağı yerin alakası bile yoktu. Sadece sabah ikimizin ortak bir boşluğunda telefonla konuşabilmiştik. Gerçi bu kadar heyecanla konuşabilmeyi unutmamam bile bir mucizeydi.
Derin bir nefes verip bakışlarımı okulun giriş kapısını diktim. Acaba istediğim yeri gerçekten kazanabilecek miydim?
-----------
O on beş dakika elbette ki geçecekti ve ben o tam karşımdaki kapıdan içeri girecektim.
İlk başta titremem o kadar fazlalaşmıştı ki ellerimi birbirine sımsıkı kenetlemiştim. Oturduğum sırada dut yemiş bülbül gibi sağı solu seyredip durmuştum. Midem deli gibi bulanmıştı ve bir yandan da kusabilirim düşüncesi de beni strese sokuyordu. Ve tüm bunların ortasında bir de optiklerle kitapçıklar tamamen dağıtılmış, süre başlamıştı. Kalemi bile sıkı sıkı tutamadığım bir beş dakika sonrasında zorla da olsa kendimi tamamen sorulara verebilmeyi başarmıştım. Bu stresle baş etmenin tek yolu aklımı sınavda olduğum düşüncesine değil önümdeki sorulara vermem olmuştu.
Harıl harıl ne çözebiliyorsam çözmüştüm. Bir an kendimi sınava hazırlandığım ilk aylarda gibi hissetmiştim. O zamanlar motivasyonum o kadar yüksekti ki ne bulsam çözüyor, hangi videoyu görsem izliyordum. Tıp istiyordum sonuçta ve bunu kazanmak çocuk oyuncağı değildi. Bana yararı olacak ne kadar soru, video, deneme varsa hepsi elimin altında olmalıydı. Tek sorun ortalığın ateş pahası olmasıydı ama ailem bunu dert etmemişti. Ben de çözebildiğimi çözmüştüm. Bütün bir sınavda işte böyle geçti. Çözdüm çözdüm ve daha çok çözdüm. Ara ara sıkıldım, sınıfın pencerelerini kısa aralıklarla seyrettim. Ve yine soruları çözmeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yakamoz
ChickLit" Seni her yerde aradım durdum. Ama sevgilim, şimdi şu haline bir bak. Kendinden bir gülümsemeyi bile esirger olmuşsun. Oysa ki ben senin ilk gülüşünü görmüştüm... "