İnsan aslında çok kolay yaralanır.Neden ve nasıl olduğu elbette etkilidir ama sonuçta yara yaradır. Can yakar, acıtır ve hep kendini hatırlatır.
Bazen o yarayı tekrar deşmemek için kendini çok zor tutarsın, neden delmek istediğini bile anlayamazsın. Bazen ise yarayı gördükçe aklını kaybedecek gibi olur anılarında kaybolursun. Sürekli o yarayı düşünürsün bir müddet, zamanla daha az düşünmeye tabiki başlarsın ama hiçbir zaman o yara tam anlamıyla unutulmaz. Sadece yarayı düşünmekle geçirdiğin zamanlar azalır.
Yara nasıl oluştuysa etrafta mutlaka onu hatırlatacak bir şey çıkar karşına. İlk başta afallarsın ama aldırmamaya alışırsın. Kim yüzünden olduysa yara mutlaka çıkacaktır o insan karşına. Hazırlıklı olduğunu sanar yanılırsın. Ancak zaman buna da çare olur. Onu görüp aldırmamaya da alışırsın.
Ya tam tersi olur da alışacağım yerde daha kötü olurum diye düşünmekten kendini alamazsın. Hiç geçmeyecekmiş gibi gelir çünkü. Zaman da bir türlü geçmeyecekmiş, akıp peşinde her şeyi götürmeyecekmiş gibi hissettirirdi. Ama hisler sizi çoğunlukla yanıltır diye doğru söylerler. Çünkü zaman geçer, her şey peşinde akıp gider, geriye bir siz bir de boşa geçirdiğiniz zamanlarınız kalırdı.
Yağız zaten üç yıldır bomboş hissediyordu kendini. Ne yapsa o boşluğu dolduramıyor, kendini kurtaramıyordu. Bazen bu his onu öyle zor duruma düşürüyordu ki ne yapacağını şaşırıyordu. Kafasını dağıtacak bir şeyler arıyordu. Ne bulursa yapıyor, kendini oyalayıp aklındaki düşüncelerin dağılmasını sağlamaya çalışıyordu.
Odası envai çeşit şeyle doluydu. Boş kağıtlar, boya tüpleri, okunmayı bekleyen onlarca kitap ve müzik aletleri. Her şey her yerde idi. Odada düzgün duran tek şey her sabah topladığı yatağı ile kıyafetlerinin olduğu küçük dolaptı. Her akşam başka bir şeyle uğraşıyordu. Bir akşam önüne bir kağıt alıp saatlerce çizim yapıyor, öteki akşam elinde bir nota kağıdı oluyordu. Babası ise sessizce kapısının kenarından onu gözetliyordu. Ne kadar endişelense de sesini çıkaramıyordu.
Aman yaklaşık bir senedir yeni bir şeyler bulmaya hiç yeltenmemişti çünkü sınav senesiydi. Deli gibi ders çalışıp durmuştu. Üstelik ilk aylar daha ne olacağına bile karar vermemişti. He şeyden önce bir hedefi bile yoktu. Buna rağmen aklının dağılmasına ihtiyacı varmış gibi hissediyordu. İçindeki boşluk ancak böyle doluyormuş gibi geliyordu. Gecenin geç saatlerine kadar masa başında beli bükülüyor, boynu kopacak gibi ağrıyordu. O ise hiçbirine aldırmadan önündeki test kitabına kaldığı yerden devam ediyordu.
Babasını artık endişelenmekten bir hal olmuştu. Neyi olduğunu, onun için yapabileceği bir şey olup olmadığını sormaktan dilinde tüğ bitmişti. Fakat tüm bunların üstüne arada bir oğlunun tıkanarak öksürmeye başlaması ve bazen istediği gibi nefes alamadığını fark etmesi ile artık ağırlığını ortaya koyma vakti geldiğini ona göstermişti. İlk işi onu zorla hastaneye götürmek olmuştu. Her ne kadar oğlu hastaneleri hiç sevmese ve orada çok kötü anıları olsa bile...
Sonra ise yine binlerce kez yaptığı gibi oğlunun gözlerinin en derinine bakarak sormuştu. Bir şeyin var, neden bana söylemiyorsun oğlum? Aynı cevabı alacağını biliyordu. Ne kadar ısrar etse de elle tutulur bir cümle bile duyabileceğini sanmıyordu. Ancak bu sefer yıllardır kendisine bir adım bile atmayan oğlu bir şeylerin farkına varmış gibi onun gözlerinin en derinine bakıyordu. İlk defa konuştu, ilk defa birilerine bu boşluk hissinden bahsetti. Sırf bu his bir anlığına ortadan kaybolsun diye kendini nasıl parçaladığından bahsetti. Bir de Derya diye bir kızdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yakamoz
ChickLit" Seni her yerde aradım durdum. Ama sevgilim, şimdi şu haline bir bak. Kendinden bir gülümsemeyi bile esirger olmuşsun. Oysa ki ben senin ilk gülüşünü görmüştüm... "