TEYZEM?!

331 27 6
                                    

"Kızım başımız sağolsun, ben...teyzen."
----------
İki mezarın ortasında ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerimle arkamdaki kadına bakıyordum. Ne dediğini algılayamıyordum. Teyzem de ne demekti?
Aklıma annemin ailesi hakkında verdiği nadir bilgiler doluşurken kadının elini hırsla ittirdim. Elimin tersiyle sinirden yanan yüzümde kurumuş yaşları silip kadına ateş çıktığını düşündüğüm gözlerle baktım.
"Ne demek teyzen!? Siz..nasıl gelirsiniz buraya?!"
"Nasıl gelmeyeyim? O benim ablamdı."
"Şimdi mi ablanız geldi aklınıza? Ruhunu verdikten sonra mı? Babası onu evden kovarken neredeydiniz?!"
"Hayır hayır, ne olursa olsun o benim ablamdı ve diğeri de babam. Burası bunları konuşmak için uygun değil."
"Hah! Bir de kendinizi mi savunacaksınız? Gerek yok. Ölünce hatırladığınız ablanızla vedalaşın ve buradan gidin."
Cevap vermesini beklemeden mezarlığın yoluna çıktım, köşede beni bekleyen abimin yanına gittim. Öylece durmuş ileriye bakarken kendinden habersiz dökülen yaşlar, benim için yaptığı ve beni içine alan dirayet kalesinin duvarlarındaki çatlaktı. O duvarın temeli yoktu. İçeriden eriyordu. Ben o duvarın içinde kalamazdım. Sığamazdım. İçimde yükselen çığlıklarımı sessizce tek bir kelimeye yükledim.
"Abi?"
Bu üç harf, iki hece ve tek kelime içinde barındırdığı duygularla sayfalarca cümleye bedeldi. Bu kelime, kırıktı. Kanadı kırılmıştı. Bu kelime, üzgündü, acı çekiyordu, özlemişti. Bu kelime saftı. Bu kelime sessiz bir çığlıktı. Hıçkırıktı.
Hiçbirşey demeden beni sararken bu kolların beni kale içinde kalmam için zapt etmeye çalıştığının farkında idim. Şimdilik, sağanak sağanak yağan bu acı dinene kadar burada kalacaktım. Peki bu acı dinecek miydi? Bu bir kısır döngü müydü yoksa; sağanak halinde acı yağacak, sonraysa bu sağanak durup yerini yakıcı bir acıya mı bırakacaktı? O halde kaleye sığınmanın bir manâsı yoktu. Dışarı çıkıp acının hallerini hissetmeli ve zamanla alışmalıydım.
"Canımın içi, dayan. Sabret, geçecek."
"Geçmeyecek abi, alışacağız sadece."
Burnumun ucuna düşen damlayla kafamı kaldırdım. Yağmur... Rahmet yağıyordu. Bu bize bir hatırlatmaydı. Rahmanı unutuyor muyduk yoksa? Abimle göz göze geldikten sonra yağmurun gözyaşlarımızı saklamasına izin verdik. Sabrı dilemekten, Rabbin huzurunda dilenmekten başka çaremiz yoktu. Onun bizi sarıp sarmalamasına her zamandan fazla ihtiyacımız vardı şuan.

Taziye için sokakta açılan çadır, etrafındaki kalabalık tamamen yabancı gibiydi. Bunlar anne ve babamın taziyesi olmamalı gibiydi. Ama olmuştu işte. Eve gittiğimizin ilk saatleri aktif hafızamdan silinmişti. Yalnızca salonda bir kanepede oturuyor, anıların içinde boğuluyordum. Bir kadın Yasin okumaya başlayınca sırtımdan bir ürperti geçti ve tüm vücudum titredi. Anıları aklımdan sürükleyerek kapı dışarı etmeye çalışırken kulağımı Yasin-i Şerif'e verdim. Nefes almaya başlamış gibiydim. Abdest almak için kalktım yerimden. Yanımda oturan Elif abla da kalktı benimle.
"Abdest alacağım abla."
"Tamam kuzum."
Abdesti bilerek soğuk suyla aldım. Yüzüm kıpkırmızıydı. Ağlayınca yüzümde kızarıklık oluşurdu ki bugün hiç susmamıştım. Susacak gibi de değildim. Başörtümü tekrar yapıp odama gittim. Seccademi alıp sererken dudaklarım titredi. Gözlerim hazırda bulunan yaşları gönderecekken yollarını kestim. Hemen namaza başladım.
Dua ederken mola vermiş olan gözlerim mesaiye devam ediyordu. Ne kadar süre daha seccadenin üzerinde kaldım bilmiyorum ama Elif abla odaya girip de beni görünce hızla yanıma geldi.
"Ne oldu böyle Betül'üm tir tir titriyorsun?!"
Titrediğimin farkında olmadığım gibi ağzımı da açamıyordum.
"Ne olmuş, ah! Betül?!"
Kapıda gördüğüm kadınla durduğunu düşündüğüm beynim sinirle kasıldı. Hala burada mıydı bu kadın? Yanıma gelip beni Elif abladan çekti. Hiçbir şeye tepki veremiyor oluşumdan bana sarılırken de birşey yapamamıştım.
"Ah canım. Bu yaşta. Yanındayım Betül. Birlikte bunları.."
"Siz...hala neden buradasınız?"
"Betül ne demek neden buradasınız benim ablamdı o, her ne olmuşsa olsun."
"Keşke zamanında da ne olursa olsun ablam deseydiniz."
"Bak hiçbirşey bilmiyorsun. Şimdi bunları düşünecek bir zaman değil. Birbirimize destek olmalıyız."
Ne diyordu bu kadın? Neyin desteğinden bahsediyordu?
"Ne desteğinden bahsediyorsunuz? Sizin nasıl destek olduğunuz belli. Lütfen bu acımızın içinde bir de sizinle uğraşmayalım, gidin ve hayatınıza devam edin."
"Hayır gitmeyeceğim burada sizin yanınızda kalacağım ve acımızı birlikte yaşayacağız."
Onunla uğraşacak değildim. Ne hali varsa görsündü. Beni ilgilendirmiyordu. Seccademin üzerinden kalktım ve katlayıp yerine koydum. Başım ağrımakla ağrımamak arasında hiçbirşey düşünmek istemediğim puslu bir havadaydı. Bu yarım saate kadar feci halde ağrıyacağının göstergesiydi. Midem burkuldu. Açtım ama ağzımdan girecek yemeğin mideme ulaşacağını düşünmüyordum.
Bunları düşünerek asıl şeyi düşünmeyi erteliyordum. Yoklukları çok farklıydı. İnanamıyordum. Sanki birazdan annem mutfaktan çıkacak gibiydi. Yine bana kızacaktı sanki odamdan çıkmıyorum diye. Ben yine onun prensesi olacaktım. Babam birazdan eve gelecek biz yine neşeyle sofraya oturacaktık. Ama ikiside gelmeyecekti, gitmişlerdi ve bu gidişin geri dönüşü yoktu. Onlar öylece gitmişlerdi ve bize kendimizi inandırmak kalmıştı.
Tekrar abdest alıp salona geçtim. Kur'an okunuyordu, ruhumu bedenime geri getiriyor gibiydi. Ruhum sanırım mezarda kalmıştı. Boş yer yoktu ancak ben gidince yer açmıştı kadınlar. Komşulardı buradaki kadınlar ve Kur'an okuyan da Songül ablaydı.
Kadınlar ufak azalırken her biri gelip bana birşeyler söylüyordu ne olduğunu anlamadığım. Evin içinde Sevilay teyze, Esma teyze, Elif abla, Hilal annem ve Hira kalmıştı. Bir de teyzem olduğunu söyleyen kadın vardı.
Hilal annem gelip beni oturduğum yerden kaldırdı.
"Dayan birtanem sabret alışacağız, hadi sabahtan beri bir lokma geçmedi boğazından bir şeyler ye."
Beni masaya oturtup önüme yemek koydu. Kafamı salladım yemek istemediğimi belirterek.
"Hadi ama Betül'üm kendine zarar veriyorsun böyle. Kendini de düşün biraz."
Bir kaşık yemeği ağzıma getirirken dudaklarımı dişledim, burada Hilal annemin yerinde annem olmalıydı. Biran Hilal annemin yerinde annemi görür gibi oldum. Annem bana,
"Hadi kızım ye şunu." derken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Omuzlarım sarsılırken hıçkırıklarımı içimde tutmaya çalışıyordum. Ama olmuyordu, sanki bağıra bağıra ağlarsam acı azalacak gibiydi. Hiçbir faydası olmayacaktı ama giden gelmiyordu ve biz de onlarla gidemiyorduk. Sandalyenin üzerinde dizlerimi kendime çektim, yüzümü bacaklarıma gömüp hıçkırıklarımı sakladım. Hiçbirini seçemeden anılar gözümün önünden akarken kendimi durduramıyordum. Birisi bacaklarıma sardığım kollarımı çözüp bana sarılırken bu kişinin abim olduğunu anlamıştım. Kollarımı boynuna dolarken ağlamaya onun omzunda devam ettim.
"Öğreneceğiz abicim, onlar olmadan yaşamayı öğreneceğiz."
"Onlar..yokken nefes alamıyorum sanki abi. Nasıl yaşayacağız?"
"İlk değiliz, son da olmadık. Sabretmekten başka çaremiz mi var?"
Abimin kollarında onun kokusu beni sakinleştirmişti. Sözlerine gerek yoktu, ben onu hep yanımda hissediyordum zaten. Hıçkırıklarım dinmişti ama gözyaşlarının ne zaman duracağını bilmiyordum.
"Hadi git yüzünü yıka, yatsıyı kıldın mı?"
Kafamı olumlu anlamda salladım. Bir tek namazla kendime geliyordum zaten. Yüzümü yıkadım ve tekrar mutfağa uğramadım. Abim de gitmişti sanırım.
Odama giderken kimseyi de umursamıyordum. Evde tekmiş gibi davranıyordum. Üzerimi değiştirirken donmuş gibi hissediyordum. Hiçbirşey düşünmeden yatağıma girdim. Odamda Hira da kalacaktı. Yere serdikleri yatağa girmiş o da bana bakıyordu. Sessizce birbirimize bakarken kelimeler gereksizdi. Bir insanı anlamak için kelimelere gerek yoktu. Eğer o kişiyi iliklerinize kadar yanınızda hissediyorsanız kelimeler birer sesten başka birşey değildi. Bazen birbirinize bakmadan bile aynı şeyleri düşünürdünüz. Benim en değerlilerim annem ve babam gitmiş olsa da geride çok değerlileri bırakmışlardı. Ve ben o çok değerlilerimi kaybetmeyecektim.
Gözlerim kapanırken en son düşündüğüm şey ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıydı...

İMTİHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin