Sınıftan çıkarken tek amacım namaz kılacağım bir yer bulabilmekti. Aslında din hocasını bulmak daha mantıklıydı ama onu nereden bulacaktım şimdi?
"Nereye gidiyoruz Betül?"
"Namaz kılacak bir yerler bulmaya, aslında okulun din hocasını bulsak daha iyi olur."
"Namaz mı?"
"Şimdi tatildeyim ama yer ayarlamalıyım kendime. Müdüre mi sorsak?"
Bana garip garip bakarken ona 'Ne ayak?' bakışı attım.
"Şey, yani şimdiye kadar çevremde hiç senin gibiler olmadı da şaşırdım."
"Benim oldu."
"Nasıl yani?"
"Önceki okulumda devrimci oldukları halde çok iyi anlaşabildiğim iki kız vardı. İş devrimcilikte falan değil yani karakterde. Devrimin ardına sığınıyorlar. Bana sorsan ben de devrimciyim, ama bana göre tek devrim İslam!" durdum, kızın abisine karaktersiz demiştim resmen. Düzletmek amaçlı,
"Yani kusura bakma biraz abine.."
"Oo, sen ne garip bir kızsın ya? Çok iyi anlaşacağız seninle. Ee müdürün odasını geçtik nereye?"
"Son çare müdür, önce kendi çabalarımızla bulmaya çalışacağız."
"Ya Betül!"
"Noldu?"
"Sen acıkmadın mı ya kaç saattir?"
Koridorun sonunda merdivenlerin olduğu yerde durduk. Gerçekten hiç farketmemiştim aç olduğumu. Sabahtan beri birşey yememiştim ama Ceren söylemese farketmeyecektim de. Bu aralar yemeği de iyice kısmıştım. Yemek yemek içimden gelmiyordu. Onların olmadığı bir sofrada annemin elinin değmediği bir yemeği yemek istemiyordum.
"Hadi hadi, açlıktan bayılacaksın zaten kuş gibisin. Gerçi belli olmuyor ki, ama zayıfsın sen yüzünden belli."
Beni çekerek yukarı çıkarken üzerime baktım hafiften. Zaten bol olan feracem iyice çuval olmuştu üzerimde. Ne ara bu kadar kilo verdim ben?
"Ne yiyeceksin? Ben de acıktım."
Söylediği şeyle gözlerimi devirdim istemsizce. Gerçekten bir de Şeyda gibi biri çıkarsa tam olacaktı.
"Sen sabah yedin ya ne çabuk acıktın?"
"O sabah kahvaltıydı, bu öğlen yemeği. Ya yemekhane nerede acaba, sen hiç görmedin mi? Şurada galiba gel hadi."
Beni çekerek kantinin başka bir bölümüne götürdü. Tabi hala konuşuyordu. Son kat olduğu için yanlara açılmalarla genişletilmişti ve doğal olarak büyüktü. Sabah göz gezdirdiğim yer ise sadece kantin kısmıymış. Kantinin içinde şuan öğrencilerin girdiği bir kapı yemekhaneye açılıyormuş ve orasıyla birleşince tüm okulu alabilecek kadar geniş görünüyordu. Özel okuldu burası ve çok kalabalıl değildi. Yani bütün okulu buraya zorlarsak sığdırabilirdik.
Neden bunları düşündüğüme anlam veremesem de farkettiğim de durdurdum düşüncelerimi. Bir dakika biz namaz kılacak yer arayacaktık ya en son. Ceren'in kendi acıkmasına beni alet etmesi üzerine kendimi koskoca katta yemek sırasında bulmuştum. Garip bakışlar her yerde olduğu gibi burada da vardı. Umursamamaya çalıştım. Çorba almayı hedefliyordum. Paramı her zaman cebimde taşırdım. Eskiden ne zaman acıkacağım belli olmadığı için okulda yukarı çık aşağı in derdi olmasın diyeydi bu.
"Ben çorba alacağım sen ne alacaksın? Ya da yemek mi alsam, güzel midir ki? Hoş görünüyor. Ne dersin?"
"Anne yemeğinden güzel olmaz. Ben de çorba alacağım."
"Benim annem yemek yapmıyor ki. Çok paran olması evde hizmetçilerin dolanması ve aşçı yemeği yemek demek oluyor bizde. Senin annen yemek yapıyor demi ne güzel. Bir ara size gelip annenin yemeklerinden yemek isterim. Aa siz nerede oturuyorsunuz belki yakınızdır. Ne dersin?"
"Ben de isterdim ama artık annemin yemeklerinden yemen imkansız."
Kafamı yere eğerek kızardığından emin olduğum gözlerimi gizlemeye çalıştım. Ama dikkatle yüzüme bakıyordu.
"Neden?"
"Boşver."
"Gerçekten hayatımda ilk kez birini bu kadar yakın arkadaş gibi hissediyorum, Betül sen benim 17 yıldır bulamadığım kardeşim diyeceğim arkadaşım gibi geliyorsun bana."
-Hadi alacaksanız alın kızlar!
Yemek dağıtan adam artık dayanamayınca sonuç ağzını açmak üzere olan bir Ceren'di. Hemen onun yerine konuşup koluna hafif bir çimdik attım.
"İki çorba."
Adam ters ters bakıp çorbaları doldururken Ceren de gözlerini kısmış bana bakıyordu.
Çorbalarımızı alıp paraları verdik ve bir masaya oturmak üzere sıradan çıktık.
"Ya niye konuşturmadın beni?"
"Bence sen bugün yeterince konuştun."
"Alacaksanız alınmış hah!"
"Tamam Ceren sakin ol, hadi çorbanı iç."
"Hayır yani daha ilk günden nasıl bu kadar çok sinirlerim bozulabilir ki, senin ki bozulmadı mı ya?"
"Benim sinirlerim zaten düzelmedi ki bozulsun. Ya hadi yemekte keyifsiz şeyler konuşulmaz."
"Tamam, ya siz nerede oturuyorsunuz eğer okula yakınsa yakınızdır birbirimize gidip geliriz."
"İstanbul'a yeni geldim Ceren. Yani hiçbir yeri bilmiyorum."
Ne diyeyim yani Alya yakınsa bizde yakınız falan mı? Gerçekten bu ikinci soruşuydu ve atlatabilmiş değildim. Allah'tan Alya'yı tanıyıp tanımadığımı sormadı. Bir de bu çıktı başıma. Sevgili kuzenim okulda beni tanımıyor.
"Yani semt olarak diyorum? Merak etme öğretirim ben sana."
"Kartal."
Kaşlarını çatarak uzaklık hesabı yaptı.
"Kartal'da neresi? Uzak değil."
Hadi canım! Hilal annemler ve teyzem aynı ilçede oturuyor da haberim yok? Gerçi en fazla üç dört kere gelmiştim onlara da.
"Ben çorbamı bitirdim hadi daha boş yer bulacağız olmadı din hocasını bulacağız zaman harcamayalım."
Kaşlarını çattı bir süre, sonra sessizce onaylayarak çorbasını içti. Dudaklarımı dişledim. Niye bu kadar merak ediyordu ki? Söylemem de onu kızdırmış olmalıydı. Asıl istemediğim de beni yanlış anlamasıydı, ona güvenmediğimi falan sanıp evimi söylemediğimi düşünebilirdi. Onu kırmayı istemiyordum, insanlarla ki özellikle bu okuldakilerle fazla yakın olmamalıydım. Eğer Alya'ya verdiğim sözü tutmak istiyorsam buradaki insanlar burada kalmalıydı. Ceren de öyle. Neyin hayırlı olduğunu bilemesem de buradaki insanların bana bir yararları olacağını sanmıyordum.
"Ben de bitirdim hadi gidelim."
Eski neşeli haline dönmek üzere tebessüm ediyordu şimdi.
"Özür dilerim seni kırdıysam, ben bu okuldaki insanlarla fazla yakın olmak istemiyorum anlarsın, okulda iki iyi arkadaş olalım istersen ama okulda kalsın bu..şimdilik hazır değilim yeni birilerini hayatıma almaya."
"Betül, normal bir hayatının olmadığını anladım ve buna kimseyi karıştırmak istemiyor olmanı da anlarım. Pekala okulda kalsın şimdilik ama telefonunu verirsin herhalde?"
"Teşekkür ederim anlayışın için ve telefonda sorun yok."
Hafifçe tebessüm ettim. Gülümsemek zor geliyordu artık eski neşeli Betül süresiz tatildeydi ama bu kız onu geri getirecek gibi duruyordu.
"Tamam ver telefonunu numaramı yazayım."
"Telefonu eline verirken masadan kalkıp çorba kaselerini ki bunlar beyaz düğün salonu kaseleriydi yani plastik gibi birşeydi. Ama temizlerdi yani beyazları gerçekten beyazdı. Bizim okulunkiler de böyleydi ama bizimkiler bu kadar beyaz olmazdı. Yıkana yıkana kullanıldığı için eskiyordu tabi. Benim saçma sapan şeylere dikkat etme huyum da yeni çıkmıştı sanırım unutabilmek için. Ceren telefonumu bana geri verirken kendini nasıl kaydettiğine baktım; Kankaleytom. Çatlak ya..
"Manyak. Beni ne diye kaydedeceksin?"
"Hmm, bilmem düşünürüm birşeyler. Yalnız mesaj gelmişti kapattım."
"Ha tamam, kızlar mesaj atmıştır ya." daha devam edecekken durdurdum kendimi. Çene yok, özel hayatı ifşa etmek yok. Mesaj da Murat Ali'den gelmiş zaten.
-Selamun aleyküm, Betül nasıl gidiyor, ilk günden karışan varsa söyle halledelim. Zaten orada olmana da içim rahat değil. Bak bir sorun olursa anında haber veriyorsun.
Gözlerime ulaşmayan bir gülümseme geldi suratıma. Onlar olmasa da benim ailem vardı. Kesinlikle vardı ve onlar beni ben istemesem bile yalnız bırakmazlardı beni bu acının içinde asla yanmama en azından tek başıma yanmama izin vermezlerdi. Mesaja cevap vermek için klavyeye tıkladım.
-İyiyim, elhamdulillah. Büyük bir sorun yok ve için rahat olsun ben iyiyim.
Mesajı attıktan sonra merdivenlerin başına gelmiştik. Ceren'e baktığımda yan gözle benim telefona bakıyordu. Tekrar telefona baktım, cevap gelmişti. Büyük ihtimalle mola verdiği içindi bu mesajlar. Sınava çok az kalmıştı ama o da annesini, süt annesini, kaybetmişti ve ders çalışamıyordu. Ancak Ceren'in niye öyle baktığına anlam verememiştim. Ekrana baktım.
Sarı Murat;)'dan gelen bir mesaj..
Kara Murat filmlerini çok izlerdi küçükken yani biz daha çok görüşürken ama kendisi sarışındı. Sarışın oluşundan ona Sarı Murat derdim hatırladıkça. Attığı mesaj ise beni çok iyi tanıdığını kanıtlıyordu.
-İyi değilsin Betül, seni tanıyorum ve herkese ifadesiz gösterdiğin yüzünün altında sakladığın o acı dolu ifadeni görüyorum. Bana yapma bari.
-Bırak öyle kalsın Murat, ben böyle kendimi de kandırıyorum. İfadesiz ifadem bana acımı unutturuyor.
Merdivenlerden inerken koridordan kata girdik. Burası bizim katın bir yukarısıydı. Sınıf yoktu bu katta. Etkinlik katı gibiydi odaların sağ üst köşelerinde yazan isimlerde müzik odası, resim atölyesi, fizik laboratuarı, biyoloji laboratuarı, kimya laboratuarı. Depo falan arıyordum aslında ya da boş oda falan ama yoktu.
"Sanırım burada bir şey bulamayacağız hadi inelim." yeni gelen mesaja bakmak için telefonu açtım.
-Kendini kandırma Betül. Acıyı unutamayacaksın ve bu maskeye inanmak seni yalnızca yıpratır. Acıyı unutmayı değil onunla yaşamayı öğreneceğiz. Hayat devam ediyor, imtihanlar devam ediyor ve biz bir acıda yıkılırsak kaybederiz. Kaybedersin, kaybederim, kazananı yok bunun herkes kaybeder, şeytanın bizi oyuna getirmesi dışında. Tek kazanan o olacak ve hepimiz kaybedeceğiz. Bu acı bize öğretmesi gerekeni öğretti. Ölüm her an ensemizde ve bizim zamanımız yok.
Bu yüzden o maskeni ne kendine ne bize kullan. Kazanmak istiyorsak göze almayı bileceğiz.�
Murat'ın mesajıyla bir iç geçirdim. Bunu akşam düşünecektim.�
Arka tarafta da merdivenler vardı ve oradan inerek sınıf katlarını es geçtik. Zaten oralar sınıftı.
Son katta da yani zemin katta da dokuzların sınıfları vardı. Okulun yanındaki küçük ek binaya baktık. Konferans salonu ve spor salonu burada olmalıydı. Tabi bir de depo. Binaya ilerleyip kapıyı açtım ve geri çekilip Ceren'in içeri girmesine müsaade ettim. Az ileride tam karşımızda duran bir kapı vardı bunun dışında sağ ve sol taraftan aşağıya inen merdivenler. Direkt karşımızdaki kapıya ilerlerken Ceren'de sessizce peşimden gelirken nedensizce gerilim filminde gibi hissetmiştim.
"Kendimi gerilim filminde gibi hissediyorum ve sanki bu kapıyı açınca kötü şeyler olacak." Ceren de benim gibi düşünüyormuş.
"Aynen ben de. Aman ne olacak ya, bugün daha fazla şey olacağını sanmıyorum."
Kapıyı açtım ve hayır hiçbirşey olmadı. Karşımızda kocaman bir salon oval ve yine kocaman bir sahne vardı. Konferans salonuydu burası ve sahnede iki kişi vardı içeride. Kapıyı açınca bize döndüler. Biri erkek diğeri kızdı. Biraz rahatsız oldukları buradan bile belliydi. Ceren'le birbirimize baktık. O umursamayarak yürümeye başladı. Kenarlardaki boşluklardan ilerlerken Ceren'e döndüm.
"Nereye gidiyoruz Ceren?"
"Kulisi bulmaya.ve sanırım şu kapı." çenesiyle ilerde sahnenin yanındaki dar boşluğun sonundaki kapıyı gösterdi. Kız ve erkek bize pek de hoş olmayan bakışlar atarken Ceren onlar yokmuş gibi davranıyordu. Sonunda kapıya ulaştığımızda kilitli olacağını düşündüm. Ancak açıktı. Belki sahnedekiler açmıştır. İçeri girdik. Fazla geniş olmasa da okulun kat koridorları kadar vardı. Ancak uzundu. Bir duvarın yarısı tamamen aynaydı ve bir de paravan vardı. Burası tiyatro kulisi gibiydi. Buraları neden gezdiğimiz aklıma gelince paravanın arkasına temiz bir bez sererek namazı kılabileceğimi düşündüm. Ama önce kıbleyı bulmam gerekiyordu. Telefonu çıkarıp Ezan Vakti Pro programından kıbleyı bulma çabalarına girdim. Telefonu yere koyup eğimine göre kendimi çevirirken Ceren şaşkın bir sesle,
"Ne yapıyorsun Betül?"
"Kıbleyı buluyorum, hah! Buldum. Biraz eğimli ama paravanın arkasına sığarım herhalde. Ama burası böyle açık kalmıyordur kilidi ne yapacağım?"
Ceren de durup kafasını yere eğerek düşünmeye başladı. Bende düşünmeye başladım tabi ama daha okulda buralarla ilgilenen bir hademe bile görmemiştik ki.
"Aa sanırım tiyatro klubünde olanlar alabiliyordur anahtarı."
"Ee? Tiyatro klubünde değilim ve girmeyeceğim de." sırıtarak yandan bir bakış attı. 'Bana güven' gibi bir bakıştı sanırım.
"Ama ben gireceğim."
"Hayır, yani benim için böyle birşeye girme."
"Senin için gireceğimi kim söyledi? Ben zaten hep girerdim de benim eski okul pek vasıfsızdı bu konuda. Ama burası güzelmiş. Kostümler falan var. Acaba şu kutularda ne var?" kutulara doğru ilerlerken,
"Ceren bence şimdi bunları karıştırmayalım. Henüz hiçbir yetkiye sahip değiliz."
"Peki, ben bugün klube girerim ve anahtarı alabilirim sanırım."
"Sana anahtarı temelli verirler mi ki?"
"Alırım ve unuttum ayağına yarına kopyasını çıkartırım."
"Sen gerçekten zekisin."
"Ah, yani ne sandın? O okula geceler boyu uyuyarak girdim ben."
"Pek de mütevazi."
"Teveccüünüz efendim."
"Neyse burada çene çalmayalım zaten birazdan sahnedekiler dalacak gibi geliyor." cümlem biter bitmez kapı hayvanca açıldı. Ceren bir kapıya bakıp bana geri döndü ses çıkarmadan bana 'Hay senin şom ağzına' dedikten sonra kapıya dönüp giren çocuğa tüm şirretliğini göstermeye hazırlandı.
"Yavaş, bu nedir ya. Okul değil dingonun ahırı mübarek! Herkes paldır küldür dalıyorlar falan noluyor ya!?" bence kısa sürmüştü.
"Asıl siz burada ne yapıyorsunuz? Tiyatro klubünde olduğunuzu sanmıyorum. Hemen dışarı çıkın!"
"Şimdi mi aklına geldi bizi dışarı çıkarmak? Tabi işinizi bitirdiniz.." ben utançla yüzümü yere eğerken Ceren'i dürttüm.
"Hem bugünden itibaren ben de tiyatro klubündeyim."
"Bana bak kızım düzgün konuş benimle!" kapıdan diğer kişi de girince o da yayvanca konuşmaya başladı,
"Noluyo yaa, gelsene aşkım hadii." burada daha fazla durmamıza gerek yoktu. Ve bence artık bu gün bitmeliydi. Ceren'i kolundan tutup yine gergin ortamdan çıkarırken, kimse birşey yapmasa da bu kız yüzünden çok fazla kavgaya bulaşacağımı anlamıştım. Kendini tutamıyordu öfkelendiğinde. Bu hali bile bir miktar Azra'ya benziyordu, ama o en azından böyle davranmaması gerektiğini bildiği için bu gibi sorunlar çıkmıyordu başımıza.
"Ceren yeter, herkesle kavga etmek zorunda değisin. Bir günde ikinci kavgandı bu ve bu daha ilk gün!"
"Ama onlar bulaşıyorlar ben birşey yapmıyorum ki hayvan gibi davranıp asabımı bozuyorlar ne yapayım?"
"Biraz daha sakin olup öfkeni kontrol edebilirsin. Bu halin yalnızca etrafında ki düşmanları çoğaltır."
Kafasını eğip konferans salonundan çıkarken annesini kızdırmış çocuklar gibi peşimden geliyordu. Sesini çıkarmadan ve dudaklarını sarkıtıp ellerini önünde birleştirerek kafasını eğmiş haliyle çok şirin görünüyordu. Aslında öfkeli olmadığı zamanlarda oldukça şirindi. Öfkelendiğinde ise asi bir kız..
Konferans salonundan çıkmak için kapıya elimi atarken kafam Ceren'e dönüktü kapı ben daha açılmadan açılırken durdum. Olası bir çarpışma olayını engelleyerek kafamı kaldırdım. Buğra.
"Ceren neredesiniz bir gittiniz gidiş o gidiş. Sen niye süt dökmüş kedi gibisin?" benim yanımdan geçip Ceren'e yakınlaşırken yandan bir bakış atmıştı ben de o zamana kadar ona baktığımın farkında değildim. Hemen kafamı eğerek kendime kızdım. Gözlerine sahip çık sevgili vücudum!
"Yine mi kavga ettin yoksa? Kimle?"
"Ya boşver benim öfkem işte."
"Niye böylesin peki laf soktu herhalde?" hafif bir gülme tınısı olan burundan çıkardğı sesle Ceren hemen kafasını kaldırdı. Al işte.
"Hiçte bile ben laf soktum bir kere. Sadece biraz öfkemi kontrol etmem konusunda azar yedim." bana bakarak söylediği son cümleyle Buğra da dönmüştü. Ben bu sefer kafamı eğmeyi başarabilmiştim.
"Her neyse spor salonuna gidiyorum ben ve..sen de gel şimdi başka biriyle daha kavga edersin uğraşamam. Hem sen kimle kavga ettin?"� �
"Boşver ya, spor salonu nerede? Ne büyük okul burası konferans salonunda sahneye gidene kadar yoruldum."
"Spor salonu aşağıda ve burada ne işiniz var?" kapıdan çıkıp aşağı inen sağ merdivenlere yöneldi. Konferans salonundan çıkınca sağ gelen merdivenler asıl kapıdan girince sol oluyordu yani. Ben de gitmek üzere iken durdum. Ne diye peşlerine takılıyordum ki? Sınıfıma gidip cam kenarı sıramda uyumak istiyordum ve en önemli meselemi hallettiğime göre artık dolaşmamı gerektirecek bir durum yoktu.
"Ceren ben sınıfa gidiyorum." yanımda yürürken durup dış kapıya yöneldim. İkiside bana bakarken Ceren,
"Niye ki daha spor salonunu görmedik."
"Gerek yok, ben aradığımı buldum zaten."
-Ne arıyorsun?
Buğra'nın sorusuyla seni ilgilendirmez demek isterdim. Neden ona karşı bu kadar ters davranmak istiyordum bilmiyorum ama henüz bunu sözlü olarak değil de şuan sorusuna cevap vermeyerek yapabilirdim. Ceren'e hitaben,
"Teşekkür ederim." diyip hafifçe tebessüm ettim ve kapıdan çıktım. Garip bakışlar eşliğinde sınıfa çıkıp sırama geçtim ve kafamı sıraya yasladım. Bugün biran önce bitmeliydi.
Sonunda çıkış zilini duyduğumda ışınlanarak okuldan yok olmak istedim. Tabi bu henüz bulunmamıştı. Bulunana kadar sabredebilir ve insanca yürüyerek okuldan çıkabilirdim. Evet bunu yapabileceğime inanıyordum. Servisi şiddetle reddetmiştim. Çünkü okul siteye gerçekten yakındı. Yirmi dakika falan sürüyordu. Sabah ki hesabımla. Teyzemin evi bir site içinde iki katlı evlerden biriydi. Aslında çatı katı da vardı.
Okuldan çıkarken Ceren bana döndü. Ayrılacağımız nokta.
"Ben ve abim abimin arabasıyla gidiyoruz da sen nereye gidiyorsun?"
"Eve."
"Yürüyerek mi?"
"Evet."
"Yakın yani?" bu sefer kafamı salladım. Yemekhanedeki konuşma sonucu evimi öğrenmeye çalışmayacaktı. Unutmamışsa tabi.
"Şimdi yerini soracağım ama söz verdim. Neyse yarın görüşürüz."
"Allah'a emanet ol." dedim gülümseyerek. O sırada Buğra gelip Ceren'i kolundan çekmişti.
"Hadi Ceren."
"Ya! Çekme beni. Konuşturtmuyorsun bile." onlar konuşurken doğrusu sadece Ceren söylenirken yavaşça yürümeye başladım. Ceren'in sesi hala kulaklarıma gelirken sırtımda bir çift göz hissettim. Bir çift siyah olduğunu anladığım göz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMTİHAN
Ficção Adolescente"Hemen oradan kalk minik yobaz! Yoksa ilk günden hayatta unutamayacağın kötü şeyler yaşamak zorunda kalırsın." Şaşkınca Ona bakarken zaten yaşayabileceğim kadar kötüsünü yaşadığımı ve Onun bana daha fazlasını yaşatamayacağını düşünüyordum da O bilmi...