-IX- Cellatlar Ve Yıldız

3.3K 280 74
                                    

Verus Krallığı, kıyı merkez tarafı, XXI yy.

Hava kararmıştı ancak o askerle nasıl iletişim kuracağımı hala çözememiştim. Hançere bakıp duruyordum sadece. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.

O adama nasıl işaret gönderebilirdim ki?

Başım ağrıyordu, üşüyordum ve yeterince yorulmuştum. Ayrıca, o kadar şey yaşamışken bir de krallığa hizmet eden bir askere kendimi açıklamak zorunda kalıyordum. Hançeri alıp, kendime saplayasım geliyordu bazen. Durumlar, o derecede sinirimi bozuyordu.

"Hey, sen de kimsin?" arkamdan gelen tok sesle beraber hızlıca hançeri sakladım ve pelerinin kapşonuna biraz daha saklanarak tekerlekleri geri hareket ettirdim. Sonrasında sağa dönerek sese doğru döndüm.

Beyaz atından inerek, taşlı yolun üzerinden yavaş adımlarla bana yaklaşan şövalyeyi dikkatlice süzdüm. Gümüş zırhında krallığın işlemeleri vardı. Pelerinin iç kısmından yarım yamalak gördüğüm parlak ay işareti ile alt dudağımı dişledim. Gecenin Refakatçilerinden olmalıydı, onlara bizim gibiler Yıldızların Cellatları derlerdi. Çünkü gece avlarına çıkarlar, ve çoğu zaman bizim gibi kaçakları ve yüksek seviyeli yaratıkları öldürürlerdi. Çok güçlü olmalarına karşın, hepsinin birer büyücü de olması tiksinti doğuruyordu içimde. Bana iyice yaklaşan şövalyeye karşın gerçekçi bir gülümseme sunmaya çalıştım.

"Merhaba," dedim ve onu bir kere daha süzüp, "siz Gece Refakatçilerinden misiniz?" dedim heyecanlı durmasını özen gösterdim bir ses tonu ile.

Şövalye, dediğimi duymamış gibi hareketsiz kalınca yutkundum. Kafasındaki kapalı miğferden dolayı hiçbir şey göremiyor, nasıl bir yüz ifadesi taktığını da bilmiyordum. Bu, beni daha çok geriyordu.

Adam, sanki dediğimi hissetmiş gibi iki eliyle kafasındaki miğferi tuttu ve sakince çıkardı. Sonrasındaysa kafasını sallayarak kırmızı saçlarının beline doğru dökülmesine izin verdi. Ağzım şaşkınlıkla açıldığında, gözlerimin büyüdüğünü hissettim. İlk defa bir Gecenin Refakatçisi dame görüyordum.

Aslında, ilk defa zırhlı bir kadın görüyordum.

Yutkunarak dudaklarımı birbirine örttüm. Kadın beyaz tenliydi ve yüz hatları çok keskindi. Burnu büyük, dudakları ise inceydi. Ancak çıkık elmacık kemikleri ve kalın kaşları ile yüzü bütünleşmiş, mükemmel duruyordu. Uzun boyu, taşıdığı zırhı daha gösterişli kılıyordu.

"Mükemmel." hayranlığımı saklayamadığımı anladığımda boğazımı temizleyerek gözlerimi kadından ayırdım. Sonuç olarak bir şey değişmiyordu. O, krallık adına çalışıyordu.

"İlk defa kadın olduğumu gören biri, mükemmel olduğumu söylüyor." dedi kalın sesiyle. Ancak miğfer çıktığı için, şu anda ses tonu daha da incelmişti. Bunu söylerken yine ifadesiz tuttuğu yüzü, hayranlığı gerginliğe dönüştürse de konunun benden çıktığına sevinmiştim.

Tekrardan gülümsemeye çalışıp," İlk defa kadın bir şövalye görüyorum. Zırhın içinde çok mükemmel görünüyorsun. Keşke," dedim ve yutkundum. Yalan söylemekten nefret ediyordum ama şu an nefretim mide bulantısına dönüşmek üzereydi. "keşke ben de bacaklarımı hareket ettirip senin kadar güzel bir şövalye olabilseydim."

Kadın tekerlekli sandalyede ve bacaklarımda gözlerini gezdirdi. Ben de fırsattan istinade kınına baktım. Sağ taraftaydı, demek ki sol eliyle kullanıyordu. Kabzasından hangi taşı kullandığını görmeye çalıştım. Ancak üzerinde görünen bir taş yok gibiydi.

"Kılıcımı mı merak ettin?" diyerek elini kınına götürdüğünde yutkundum. Bir anda boynuma götürüp, merakımı gidermek isteyedebilirdi sonuçta. Ancak beni daha da geren şey, kınına birkaç saniyeliğine bakmış olsam da fark etmiş olmasıydı.

 Büyücü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin