"Benimkinde ne cevherler varmış da haberim yokmuş."
Küçük bir çanta hazırlıyordum kendime, yarın cehennemden ayrılacaktık ve mitolojik varlıkları avlamaya başlayacaktık. Jeongguk sabahtan beri onu asarım bunu keserim dediğinden pek odaklanamıyordum neler yapmam gerektiğine ama bir şekilde her şeyi aldığıma emin olmuştum.
"Sen şimdi göreceksin nasıl mükemmel biriyle eş olduğunu, tahrik olmamaya çalış hayatım, Jeongguk'un senin için hepsinin içinden geçecek."
Havalı olduğuna inandığı bir şekilde konuşup göz kırptığında yüzümü buruşturup ona arkamı döndüm.
"İlk başta aptallığından dolayı ölüp başıma kalacaksın gibi hissettim birden. Lucifer da oğlumu nasıl korumazsın diye iter beni yine."
Göz devirip ona döndüğümde bakışları yumuşamıştı, yanıma gelip parmaklarını belime sarmış, dudaklarını alnıma bastırıp uzun bir öpücük bırakmıştı.
"Gergin ve endişeli olduğunu biliyorum, inan bana her şey iyiye gidecek Taehyung, bunca çekilen acının hesabı sorulacak. En basitinden Jimin ve Yoongi için yapacağız bunu. O ikisinin, eğer bu bir suçsa, tek suçu birbirlerini kendi canlarından çok sevmeleriydi. Onları da korkutan buydu, zira iki şeytanın birlikte olması demek muntazam bir gücün doğması demek. Namjoon hyung, o hepimizden daha kıdemli, daha bilgili ve daha güçlü. Zira o Lilith ve Asmodeus'un oğlu, iki şeytanın tohumu. Biz eşiz, senin benden aldığın güç ve benim senden aldığım güç onları yerle bir etmeye yeter. Bize okları çevirme nedenleri de bu, birlikte olmamız onları dehşete düşürüyor."
Parmaklarımı ensesine sarıp dudaklarına atıldım ve oldukça masum bir öpücük bırakıp geri çekildim.
"Sana inanıyorum, beni koruyacağını biliyorum ama korkuyorum Jeongguk, birden bire düştüm ben bunların içine ve neler yapabileceğimden haberim bile yok."
"Sen günahın ta kendisisin güzelim, benimseyeceksin. Alışacaksın ve sonrasında asla vazgeçmek istemeyeceksin. Korumak için savaşacaksın, şu an yapmaya çalıştığımız gibi."
O da dudaklarıma tatlı bir öpücük bıraktı ama geri çekilmedi, ufak öpücüklerle beni yatıştırmaya devam etti. Ardından benden ayrıldığında bir süre kapalı olan gözlerimi aralamadan bekledim. En sonunda ona baktığımda boğazım kurudu, karnım ağrıdı ve bacaklarım titredi.
Çok garip bakıyordu bana.
Çok garip, çok farklı ve çok hoş.
Gözlerinin içi ışıldıyordu, mavi bakışları ruhunu sergileyen bir cam gibi berrak ve tertemizdi. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı ve bakışları hiçbir yerimi kaçırmak istemezmiş gibi yüzümün her bir parçasında özenle geziyordu.
Heyecanlandırmıştı beni bu bakışları.
Ama heyecanlandırmamalıydı. Zira, ben ondan nefret ediyordum.
Peki ama şimdi, neden nefretin zerresini bile hissedemiyordum?
...
Yola çıkmıştık beraber, ikimizin de sırtında birer çanta, Yasak Dağ'a doğru yol alıyorduk. Jeongguk tüm o komik kişiliğinden sıyrılmıştı ve pür dikkat etrafı izliyor, en ufak sese bile aşırı tepkiler veriyordu. Beni iyice yanına çekip yürümeye devam ettiğimizde duyulan senkronize ayak sesleriyle Jeongguk durdu ve bakışlarını hızla tek bir noktaya odakladı, neyi gördüğünü görmeye çalışırken beni kolumdan tuttuğu gibi kucağına çekmiş, görkemli beyaz kanatlarıyla toprağı havalandırarak bizi ormanın derinliklerine götürmüştü.